Hálá orada bile...

Semra Hanım hálá ders veriyor. Oğlunun cenazesinde ‘Medyanın damadı... Görün halini. Siz çocuklarınıza sahip çıkın’ diye bağırmış.

Bir öğüt de ben vermek isterim. Çocuklara...

‘Semra Hanım gibi anneniz varsa kaçın!’

Ana hakkı falan tamam da, Ata’nın sonunu hazırlayan etkenlerden birinin de annesi olması ihtimali sıfırdır diyebilir misiniz?

Hadi neyse... Kimin kişiliğinde olursa olsun ‘annelik’ başka bir hal. Yeğenim doğum sancısı çekerken annemi arayıp ‘Bugüne kadar bir saygısızlığım olduysa affet anacığım’ deme ihtiyacı duydum.

Yani anneliğini bir kenara bırakalım. Fakat Semra Hanım hakikaten bir vakaymış.

‘Mış’ diyorum çünkü program sırasındaki bir sürü şeyin kurgu olduğunu düşünüyordum. Semra Hanım’a bu rol düşmüştü demek... Ya yanılmışım ya da rolünü fazla benimsemiş Semra Hanım...

‘Semra’lar yıkılmaz, yenilmez’ hali oğlunun ölümünde bile devam ediyor.

‘Hiç üzgün değilim’ demesi... Üzgün olursa gol yemiş olacak sanki... Düşmanları sevinecek...

Böyle Semra Hanım gibi çok var... Asla acısını belli etmeyen... Karşıdakini üzmemek için değil ama... Sevindirmemek için.

Çocukluğunuzu düşünün... Tekmeyi yiyip ‘Hiç acımadı ki!’ diyen tipleri hatırladınız mı?

Semra Hanım onlardan...

Ha artık saklayamayacağı kadar büyükse başına gelen felaket, onu da sıradan insanlarınkinden ayrıcalıklı kılmanın bir yolunu buluyor. ‘Oğlum şehit oldu’ diyebiliyor mesela...

Semra Hanım’a dost bir psikiyatr eli uzanmalı.

İstikbalimi gördüm

Neden hep beni bulur böyle şeyler...

İş güç arasında yarım saatlik bir çay molası vermek için Boğaz’ın kıyısında bir yerdeyim...

Önümdeki masada bir kadın oturuyor.

Yalnız.

Sırtı bana dönük.

Mütemadiyen konuşuyor.

Herhalde telefonla...

Fakat o da ne... Elinde telefon yok.

Evet, kendi kendine konuşuyor.

Hiç aralıksız.

Arada kararlılığını belirtir biçimde eliyle masaya vuruyor.

Artık gazete falan okuyamıyorum, gözüm kulağım onda.

Garsonlar hiç ilgilenmiyorlar.

Belli ki her gün geliyor. Alışmışlar duruma yani.

Düzgün giyimli, derli toplu, 35 yaşında falan olmalı.

Bunun tipi mi olur diyeceksiniz ama, hiç ihtimal vermezsiniz kendi kendine konuşacağına...

Kalkıp karşı sandalyeye geçiyor.

Bu sefer suskun.

Dinleyenin yerine geçtiği için belki.

Ya da benimle göz göze geldiğinden olabilir. Yaptığının farkında belki ‘deli’ damgası yemek istemiyor.

Belki de çok akıllı. ‘Anlatma sırrını dostuna, o da anlatır dostuna’ demiş atalarımız... O da tedbir olarak boş sandalyeye anlatıyor.

Veya ben gelmeden önce karşısında biri oturuyordu da adam ya da kadın her kimse, dinleyebilme haddini aştığından kalktı gitti.

Ki yakında benim de başıma gelecek olan budur. İstikbalimi gördüm diyebilirim. Yani insanların kaçıp gitmesi an meselesidir. Öyle çok konuşuyorum... Anlata anlata bitiremedim.

Peki size niye anlattım şimdi ön masadaki kadını?

Yani bu yazının anafikri nedir?

Hiç.

Habire dudağını kıpırdatanı çok görmüştüm de bu kadar aşikár konuşanına hiç rastlamamıştım.

Durmadan bir şey anlatacağım ya... Bunu da anlattım işte.

MIŞ-MUŞ

Afrodit Banu Alkan’ın 11 yıllık sevgilisi evlenmiş.

Olsun, Banu Alkan’ın kendi aşkı kendine yeter!

Başbakan Erdoğan, New York’ta modacı Atıl Kutoğlu’na ‘Naomi’yle çalışmak çok zor mu?’ diye sormuş.

Aslında bu haber Papa-genelev hikáyesinde olduğu gibi ‘Başbakan New York’a iner inmez Naomi’yi sordu’ şeklinde verilebilirdi.

Bir zamanlar Time dergisine kapak olan Türk halteri doping yüzünden aforoza uğramış.

Biz insanları öyle uzun uzun şaşırtmayı sevmeyiz!
Yazarın Tüm Yazıları