Günlük

BİR "günlük" lafıdır gidiyor.İnsanın aklına kendi günlükleri geliyor haliyle.

Benim mesela... Çocukluğumda, her defasında hevesle başladığım, sonra adeta angaryaya dönüştüğünden bir kenara fırlattığım günlüklerim.

Nasıl angarya olmasın ki... Her gün aynı şey. "Okula gittim, okuldan geldim", o kadar.

O zaman okullarda şimdiki gibi "aksiyon" da yoktu. Hani öğretmeni taciz edelim, kapının önünden ekmek arası uyuşturucu alalım falan.

Daha ziyade ajandaya benziyordu bizim günlükler. Tek farkı, yapacaklarımızı değil yaptıklarımızı not ediyorduk.

"Çocukluk aşklarından n’aber?" diyeceksiniz.

Bakın, günlükler aslında "ele güne karşı" tutulur. Yani illaki birilerinin okuyacağını bilir, hatta umarsınız. Malum günlüğü bütün Türkiye okudu nitekim. Çocukluktaysa "el" ve "gün" anneyle babadır ve haliyle aşk meşk konularına girilmez.

E, hal böyle olunca bir süre sonra bakarsınız ki bir gün öncenin altına "den den" koysanız olacak.

Çocuk Orhan Pamuk’un günlüğünden söz etmiyorum elbet. Adam olacak çocuk günlüğünden belli oluyordur ve olmuştur herhalde.

Fakat işte biz sıradan çocuklar günlük tutmanın da bir yetenek gerektirdiğini anlayana kadar epey başlangıç yaptık tabii.

Modaydı çünkü. Geri kalamazdık.

Moda olan bir şey daha vardı o yıllarda.

Hatıra defteri.

Hatıra defteri deyince bilmeyenin aklına hatıraların kaleme alındığı sayfalar gelebilir.

Öyle değil.

O, daha ileri yaşlarda yapılan, bir zamanlar kimin kiminle yatıp kalktığının anlatılması işi oluyor, örneği çok.

Çocuklukta ise hatıra dediğiniz ne olabilir... Altınıza bez bağlandığı mesela ki onu da hatırlamazsınız zaten.

Benim dediğim, "Sepet sepet yumurta/Sakın beni unutma/Unutursan küserim/Gözlerinden öperim" dizelerinin doğduğu ve hükmünü sürdürdüğü defterler.

Aile büyüklerinden başlayarak sırasıyla en çok sevilenden en az sevilene doğru arkadaşlara birer sayfa ayrılan... Fakat nedense çoğu boş kalan...

Büyüklerin, içlerindeki yazarlık hevesiyle edebiyat paraladığı...

Yolun bir yerinde illaki yok olan, yani ihtiyarlıkta açılıp bakılmasının pek kimseye nasip olmadığı defterler.

"Bana bu sayfayı ayırdığın için" diye başlayan...

Baktıkça hatırlanmak dileğiyle süren ve işte nihayet "yumurta sepeti"yle biten defterler.

Arada akrostiş sevenler çıkardı.

"Soruyorsun bana

En çok kimi sevdiğimi

Nasıl anlatayım sana

İlk harflerime baksana."

Bazen de ilerisi için umut vaat edenler... Mesela, şöyle bir dörtlük var aklımda:

Zing zing ziller/Always güller/Pakize’m gelecek diye/Çıktım üstüne baktım.

Yalanım varsa ne olayım.

Her zaman şairler arasında adını aramışımdır arkadaşımın. Çıkmadı fakat.

Tekrar günlüğe dönecek olursak, şu ortada gezmekte olanın en ilgimi çeken yanı, kazık kadar bir adam tarafından tutulmuş olması. Çünkü günlük denilen şey, en fazla ilk gençliğin son yıllarına kadar sürer benim bildiğim. Sonra insan ya kabızlığını fark ederek yazma işine ebediyen veda eder ya da edebiyat dünyasına sıçrar. Hálá günlük tutmaya devam ederse de Nurullah Ataç olur.

Fakat böylesi de oluyor demek.

İnsan her yaşta bir şey öğreniyor.

MIŞ-MUŞ

Sürücüsüz otomobil 2030’da piyasadaymış.Bir de maksadın ne olduğunu söyleseler.

Doğa Bekleriz, boşandığı gün çıktığı defilede gelinlik giyince ağlamış.
"Hem ağlayıp hem giden" gelinlerin yerini "Hem ağlayıp hem dönen"ler aldı.

Bülent Arınç, "Kendinizi yeni Türkiye’ye ayarlayın" demiş.Takvimleri geri alabilirsiniz mesela... Bir hayli geriye.
Yazarın Tüm Yazıları