Gündem dışı

Neden tren hüzün verir insana...

Düdüğü bile hüzünlü.

Garlar da hüzünlü. Ama romantik de aynı zamanda. Bütün istasyonların önüne koy bir tahta masa, aç bir şişe kırmızı şarap, eski sevgililerine ağla!

Ayrılmalar, kavuşmalar yüzünden desem bu hüzünle karışık romantizm... Havalimanlarında, otobüs terminallerinde de ayrılıp kavuşuyor sevenler ona bakarsanız.

Türk filmlerinde, erkeğe ya da kadına, havalanmış olan uçağın arkasından el sallatmak suretiyle seyirciyi ağlattıkları olmuştur gerçi ama yavaş yavaş hareket eden trenin penceresinden sevgilisine bakan erkekle, trenin arkasından koşan kadının yarattığı etkiyi yaratamamışlardır hiçbir zaman.

*

Sahi nedir trenin tılsımı...

Bu kadar içimizde bir yere dokunması nedendir...

Ötekilerden yavaş gidişine mi üzülüyoruz yoksa... Hızlandırılmış tren aynı duyguyu uyandırmıyor zira. Gerçi onun hüznü de ayrı... Gördük geçen sene...

Yalnızlığından mı etkileniyoruz... Geçip gittiği yerlerin kıyısında ‘Dinlenme tesisleri’ olmadığından...

‘Falancanın yeri’

‘Kendin pişir kendin ye’

Yok hiçbiri.

‘Çaylar şirketten’ diyen yok, elinde hortum ‘Yıkayalım mı abi’ diyen de...

Doğayla başbaşa öyle gidiyor...

Karşısına çıkan bir küçük istasyon binası ve bir adam. O adam, istasyon şefi, aynı zamanda makasçı, hem de gişeci, üstüne bir de temizlikçi.

Onların dünyası da ayrı konu. Haftada bir gün bir trenin uğradığı ıssız istasyonlarda hayatları geçen bu yalnız adamların etrafında dönen az film seyretmedik.

İnsanlar yalnızlaştıkça iç dünyaları zenginleşiyor mu ne...

Esas, kalabalıklarla yaşayan, o toplantıdan bu toplantıya koşturanların hayatı tekdüze galiba. Robotlaşıyoruz. Robot dediğiniz nedir... Yapabilecekleri sınırlı. Buna karşılık bütün işi gelecek o treni beklemek olan adamın içindeki ‘insan’ çoğalıyor olabilir.

*

Vapurlar da aynı etkiyi yapıyor bende.

Ama o ‘yüzen saraylar’, deniz otobüsleri falan değil... Daha çok ‘şehir hatları vapurları.’

Boğaz’daki iskeleler aynı o küçük tren istasyonları gibi... Bunların durumu daha da ilginç; burunlarının dibindeki hengameye rağmen sessiz, kendi halinde, eski bir fotoğraf gibi kalabilmişler. Ödüm kopuyor bir işgüzar çıkıp yenilemeye kalkacak diye. Birkaç tanesi yenilendi, gördük... Maalesef ruhu yok.

Bu sözünü ettiğim küçük iskelelerin de her şeyi tek bir adam. Vapur saati yaklaşırken gişeci, vapur yanaşırken çımacı... Sonra bakıyorsunuz paspas yapıyor.

*

Vapurun da düdüğü hüzünlü. Güzel hem de. Hatta ‘Bi kere daha öttürür müsünüz’ dedirtebilir insana. Deniz akort edip de mi yolluyordur nedir...

Bir Boğaz iskelesinde oturup seyretsem vapurların yanaşıp kalkmasını... Çok değil iki vapur sonra gözlerim dolabilir. Hele bir de martılar varsa fonda... Ki ne mutlu hep varlar.

Size bir öneride bulunmak istiyorum. Tıkılıp kaldığınız evlerinizden, plazalarınızdan, fiyakalı restoranlarınızdan çıkın arada bir... Bu iskelelere yakın bir banka oturun. Elinizde simidiniz de olsun. Yakınlarda bir yerde çay da vardır mutlaka... Bırakın kediler sürtünsün bacaklarınıza... Vapurları seyredin.

Belki işe vapurla gelip gidiyorsunuzdur ama o başka. İnsanın aklı gideceği yerde, yapacağı işte oluyor; fark etmiyor nerede olduğunu, martıyı, kediyi, şunu bunu...

Deneyin bakalım bir...


MIŞ-MUŞ


Erdoğan ‘Atatürk muhafazakárdı’ demiş.

Herkesin bir Atatürk’ü var!

Emine Erdoğan Etiyopya gezisinde ‘Çok güzel oluyor bu siyah çocuklar, iki tane götürsek Başbakan bayılır’ demiş.

Lafı mı olur ‘iki tane’ az gelirse ‘kilo’yla da götürebilirsiniz!

CHP’li muhalifler dağınıkmış.

Birleşik olsalar ‘Dünya Şaşırtma Rekoru’ kıracaklar.
Yazarın Tüm Yazıları