BAKTIM her sene bir eylül yazısı yazmışım. Klasik olmuş adeta.
Bu sefer geciktim biraz. Yaz kısa sürdüğü için olabilir. Aklım sıra eylülü görmezden gelirsem biraz daha uzatmış olacağım yazı... Malum, eylülü sararan yaprakları, boşalan yazlıkları anmadan anlatmak olmaz. Oysa sıcaklar konusunda hevesim kursağımda kalmış benim... Hazırlıklı değilim sonbahara.
Sahi ne oldu o beklenen sıcaklara... Adı vardı sanı yoktu.
Gerçi meraklısı değilim kavrulmanın ama insan ‘Aman artık kış gelsin’ dedirtecek kadar ısınmak istiyor. Hani kışın kıymetini bilmek açısından...
***
Neyse... Olan oldu artık. Eylül bile bitiyor.
Son senelerde dikkat ettiniz mi bilmem, sonbaharın ‘dökülen yapraklar’ rutinine bir şey daha eklendi.
‘Bilmemne gribi.’
Gerçi gelmesi kışı buluyor ama her sene eylülde bir grip yola çıkmış oluyor. Bir yerlerden... Bu sene Rusya’dan çıkmış geliyormuş. ‘Kuş gribi.’
Fakat isimler çok önemli. Yani psikoloji açısından.
Şimdi mesela istedikleri kadar ‘öldüre öldüre geliyor’ desinler adı ‘kuş gribi’ ya... Şöyle söyleyeyim, nasıl ki yakışıklı bir Abuziddin veya çirkin bir Leyla düşünemezsem ‘kuş gribi’ de sanki asla öldürmezmiş gibi geliyor.
Kuş dediğiniz dünyanın en sevimli yaratığı... Her tarafı grip olsa ne olur...
***
Biz yine eylüle dönelim. Nihayetinde bu bir eylül yazısı...
Aslında eylül için üzülmüyor değilim. Ayların en güzeli gümbürtüye gidiyor. Daima.
Dokuz ayın çarşambası bir araya geliyor zira.
Yazlıktan dönüş...
Boya badana...
Okulların açılması...
Ev değiştirme...
Kimsenin kıyıdaki sandalların hafif rüzgárla sallanışını seyredecek zamanı yok.
Nitekim bu eylülü de idrak edemedik.
MIŞ-MUŞ
İşsizlik azalırken işsiz sayısı artıyormuş.
Bu tuhaflık da ancak Türkiye’de olur.
*
Öğretmenler bu yıl çok çalışacakmış.
Zaten çoğu ancak ikinci iş sayesinde geçinebiliyordu, bu yıl üçüncüye de ihtiyaçları olacak herhalde.