Geçenlerde fark ettim... Karşıdan karşıya geçerken, araç trafiğinin tek yönlü olduğu yollarda bile iki tarafı kolluyorum.
Yeni fark ettiğime göre, bunu düşünmeden alışkanlıkla yaptığım geliyor akla.
Ama hayır.
Tamam, alışkanlık var ama çift yönlü trafiğe alışmış olmak değil. Güvenmemek alışkanlık olmuş bende.
Bilinçaltımda şu var:
‘Burası Türkiye. Her an yasak olan taraftan da bir araç gelebilir. Hatta gelmezse şaşarım.’
Buna ‘Yok artık daha neler!’ diyecek olan yoktur herhalde. Olmadık şey değil söylediğim. Bu diyar, bağrında yaşattığı herkese iki kere tedbirli olmayı öğrettiğinden durumumda yadırganacak bir taraf yok sanırım. Fakat sırf buralı olmakla ilgili değil... Birazı da yapımdan geliyor.
Ta çocukluğuma inmeyeyim şimdi. Daha yurdum halini tam olarak idrak edecek kadar tecrübe sahibi olmadığım günlere gideyim. Tedbiren asansöre binmezdim mesela. Asansörün en üst kat tavanını delip gökyüzüne fırlamasını, ya da yerin yedi kat dibine çökmesini, gideceğimiz katta durmasından daha yakın bir ihtimal olarak görürdüm.
Diyeceğim pek iyimser biri olduğum söylenemez. Hatta ‘kötümser’ beni incitmemek için özenle seçilmiş bir tanımlama sayılır.
*
Nitekim yeğenim bundan yedi ay önce iki aylık hamile olduğunu söylediğinde ilk lafım ‘Eyvah, nasıl doğuracaksın!’ olmuştu.
O günden bugüne kızcağız beni teselli etmek durumunda kaldı:
‘Korkma, göreceksin bak bir şey olmayacak.’
Sanki doğuracak olan benim...
Yapılır mı bu!
Fakat yaptım işte. Her gün kızın yüzüne karşı endişelendim. Neyse, öyle böyle sonuna geldik.
Fakat geldik de ne oldu... Son bir ayda bu sefer de çocuğun yeğenimin içinde öylece kalacağı endişesi belirdi bende. Tıp tarihi yazmış mı böyle bir şey?
Hayır.
Fakat bu beni yolumdan döndürür mü?
Asla!
Her şeyin bir ilki vardır.
‘Ayol sezaryen denen bir şey var!’ diyenler oldu.
Hımm... Demek çocuğun çıkmaması gibi bir ihtimal var ki, sezaryen diye bir şey icat edilmiş!
‘Hayır’ dedi birisi. ‘Aslında sezaryenin icat nedeni başka.’
Neyse burasını kurcalamayayım şimdi. Doktorlarla aram zaten limoni. Hem kurunun arasında yaş da yanıyor sonra, olmuyor.
*
Uzatmayayım, insanın korktuğu başına geliyor. Ya da son moda deyimiyle, düşünce gözüyle her şeyi çağırmak mümkün. Ben becerdim. Çocuk annesinin içinde kaldı.
Aletlerin ‘Son 48 saat’ dediği günden beri, yani 12 gündür elimizde çanta bekliyoruz. On dakikada bir içimizden biri soruyor.
‘Var mı?’
Sancı yani.
Kızcağız suçlu suçlu ‘Yok’ diyor.
Demiştim ben, kaldı işte orada!
Annem İzmir’den ‘Allah’ın işine karışmayın’ diyor.
‘Ama ultrasonlar, testler, şunlar, bunlar... Çocuğun bugün dünyadaki 10.gününü doldurmuş olması lazımdı.’
Bu itirazımız üzerine, büyük ihtimalle günahlarımızın affolması için dua etmiştir annem.
*
Uzatmayayım, 12. günün sonunda ipin ucunu bıraktım. Kızın henüz altı aylık hamile olduğuna dair bir kanaat oluştu zira bende. Bilmiyorum yani. Belki de tecrübeli bir ebenin karnı şöyle bir yoklaması lazım. Fakat Pakize Suda olarak böyle bir teklifte bulunmam olmaz. Benden ancak yeniden aletlere sokulmasını istememi beklerler.
Aslında bu yazı burada bitmişti sevgili okurlar. Ama inanmayacaksınız haber geldi, bu sefer doğum sahiden gerçekleşiyormuş.
Koşup gidiyoruz. Fakat ne mümkün. Tarihe geçmiş anne-kız çatışmalarından biri daha yaşanıyor. Bizimkilerin birbirine karşı verdiği ilk mücadele bu. Anne ‘Normal doğurucam’, bebek ‘Sezaryen isterim’ diyor. Ne o vazgeçiyor ne öteki.
Bizse tarihin canlı tanıkları olarak Jinemed’in koridorlarını arşınlıyoruz.
Sevgili doktorumuz Aylin Keriş kimden yana tavır alacağına karar verebilmek için dakika başı anneyi muayene ediyor.
Ve nihayet!
Evet, eylül geldi. Hem de daha ilk anda kendi şartlarını kabul ettirerek.
Şükür bizim de bir bebeğimiz oldu. Yandınız artık okur olarak...
MIŞ-MUŞ
Kadınlar 40’ından sonra cinselliği daha yoğun yaşıyormuş.
Allah son gürlüğü veriyor demek.
Hülya Avşar-Kaya Çilingiroğlu boşanıyorlarmış.
E, artık neredeyse kendiliğinden düşecekti nikáh.
İnsani kalkınmada gerilemişiz.
Hamle yapacağız da hız almak için önce geriliyoruz!