Paylaş
Çok meraklısınız. Yani size hiçbir şeyden söz etmeye gelmiyor. İlláki işi sonuna kadar takip edip, ıcığını cıcığını öğreneceksiniz. Evden taşınacağımı yazmıştım ya, yolumu kesenler, faks çekenler... Hepsi de aynı merak içinde... Ev buldunuz mu?
Evet bulduk. Yüze yakın ev gezdikten sonra biri benim, biri kardeşimin favorisi olmak üzere iki tanesi finale kaldı. Neticede birini seçtik. Seçimde neyi kıstas aldık dersiniz? Ne kapısını, ne bacasını. Ev sahibini ve oğlunu.
EV ALMA EV SAHİBİ AL
Birincisi ev sahibimiz ‘‘haza beyefendi.’’ ‘‘Sana ne adamın beyefendiliğinden’’ derseniz, beyefendilerin sayısı o kadar azaldı ki, ‘‘ev sahibi’’ sıfatıyla bile olsa hayatımızda bir ‘‘beyefendi’’ olsun dedik.
İkincisi, oğlunun, evlenmeye, evlenmeden ailesinden ayrı yaşamaya ve de evli ya da bekár bu evde oturmaya asla niyeti olmadığını bizzat kendisinden öğrendik. Ve evi kiraladık.
Şu sıralar, size daha önce sözünü ettiğim sayısız tabak çanağı, taşınma esnasında kırılmayacak duruma getirmekle meşgulüz. Aslında biraz gevşek davranıp yeni eve zaiyatla gitsek hiç fena olmayacak.
RAHMETLİ ÖZAL
Mesele ev toplamakta değil. Mesele her taşınmada, devlet daireleriyle mecburen girdiğiniz yakın ilişkiden, sinir sisteminizi yara almadan çıkarabilmekte. Gerçi ben devlet dairelerinin, rahmetli Özal'ın bürokrasiye çağ atlamasından önceki halini biliyorum. Belki artık eski ustaların karikatürize ettiği ‘‘Bugün git yarın gel’’ devri sona ermiştir. En iyisi gidip yerinde tespit etmek. Bu düşünceyle her türlü işi kendim takip etmeye karar verdim.
GÖZLÜKSÜZ ÇIKMAM ABİ
İş çok. Su ve elektrik abone sözleşmeleri yapılacak, telefon nakledilecek, kablolu TV nakledilecek. Tanınmamak için saçımı toplayıp gözüme siyah gözlüklerimi taktım. Hani olur da tanıyan biri çıkar, yardımcı olur, normal vatandaş muamelesi yapmaz diye. Herkesin başına gelenler benim de başıma gelsin istiyorum.
Kardeşim, ‘‘Bu siyah gözlükler senin ağzın burnun gibi yüzünün bir parçası oldu. Benim bile seni gözlüksüz gördüğüm sayılıdır. Bunu takınca tanınmaz olduğunu zannetme’’ dedi. Haklı. Mesela Neslihan Yargıcı. Tanınmamak için gözlüğünü çıkarması lazım. Ama ben yine de taktım.
SÜRÜM SÜRÜM SÜRÜNÜN
Bankoların üzerine, koca neonlarla hangi işlemlerin yapıldığı yazılmış. Güzel. Önlerinde uzun kuyruklar. Bu kötü. Ama ne yapalım, mecburen kuyruğa girdim. En azından 45 dakika bekledikten sonra sıra bana geldi. Söyleyeceğim sözün ilk kelimesinin henüz yarısı ağzımdan çıkmışken memur eliyle karşı bankoyu gösterdi. Gösterdiği yerde tekrar kuyruğa girdim. Sıram geldiğinde memur elimdeki evrağa göz ucuyla bakıp beni bilmem kaçıncı kata gönderdi. Gerisini tahmin edersiniz. Bu gel gitler tahammül gücümü aşana kadar devam etti. Tam isyan edecekken, ‘‘Aman, itişip kakışmaya gelmez, bakarsın inadına işimi geciktirirler’’ deyip sustum.
Allah Allah, bu korku bilinçaltıma nasıl gelip oturmuş? Eminim memurların buna bir dahli yoktur. Olsa olsa benim paronayalarımdan biridir.
*
Şimdi siz bunun da peşini bırakmaz ‘‘Eee, tespitin ne?’’ diye sorarsınız. Hemen cevap veriyorum. Özal öncesinde hüküm süren ‘‘Bugün git yarın gel’’ devri sona ermiş. Artık devir ‘‘sabahtan gel, akşama kadar sürüm sürüm sürün’’ devri.
GÜNEŞ TUTULMASI
Efendim geçmiş güneş tutulmanız kutlu olsun. Nasıldı? Güzel miydi? Ben maalesef göremedim.
Gazeteler konuyla ilgili ilk haberlerini verdikleri günlerde doğrusu pek üstünde durmamıştım.
Benim için sıradan bir tabiat olayıydı. Son günlerde haberlerin, uyarıların dozu o kadar arttı ki, kendimi konuyla daha fazla ilgilenmek zorunda hissettim. Hele Elazığ Atatürk Stadı'nda şerefine konser tertiplendiğini duyunca, kayıtsız kalamayacağımı anladım.
BASİRETİM BAĞLANDI
Konuyla ilgilenmeye karar verdiğimde, tutulmanın yüzde yüz izlenebildiği yörelere gitmek için çok geçti. Özel gözlüklerden de tedarik etmediğim için televizyondan izlemekten başka çarem kalmamıştı. Şimdi yazarken fark ettim bu konuda basiretim bağlanmış benim. Adeta tutulmuş kalmışım.
Bir ara ‘‘dünyanın bu kadar önem verdiği tabiat olayını oturup Televole'yi seyreder gibi seyretmek bana yakışmaz’’ diye düşündüm. Bir gazete, iki kartondan birine delik açılarak yapılan basit bir yansıtıcı tarifi vermiş. Onu yapayım dedim, annem mani oldu. ‘‘Beceremezsin, deliği büyük açarsın, maazallah güneşi son görüşün olur kızım’’ dedi. Annemi dinledim.
MAHKEMEYE VERECEĞİM
Evde kutlanacak ‘‘Bir yılbaşı gecesi’’ne hazırlanır gibiyiz. Çerez, meyve, tuzlular, tatlılar, içecekler... Allah ne verdiyse masanın üzerine dizdik, beklemeye başladık. Hepimiz heyecanlıyız. Gazetelerin yazdığına göre zifiri karanlık çökecek, yıldızlar görünecek, hayvanlar gergin ve şaşkın olacaklar, kuşlar ölecek, rüzgár çıkacak, hava soğuyacak vs. Gerçi bunlar günün çeşitli saatlerinde gördüğümüz, duyduğumuz, yaşadığımız şeyler ama yine de heyecanlıyız. Belki zifiri karanlıkla hayvanların şaşkınlığının ya da rüzgárla kuşların ötüşünün aynı ana denk düşeceğinden. Bilmiyorum.
*
Bu arada mütemadiyen ‘‘Aman sakın güneşe çıplak gözle bakmayın!’’ anonsları yapılıyor. Televizyonların, gazetelerin uyarıları yetmezmiş gibi, telefon devamlı çalıyor ve her arayan aynı şeyi söylüyor: ‘‘Sakın güneşe bakma.’’ Telefon boş kaldıkça annem de birilerini arayıp duruyor.
*
Aniden içimde ‘‘güneşe bakmak’’ için dayanılmaz bir istek belirdi. Bugüne kadar kafamı kaldırıp bir kez olsun bakmadığım güneşe bakmak için yanıp tutuşuyorum. Delireceğim. Evin içinde dört dönüyorum. Pencerenin önüne gidiyorum, başımı uzatsam göreceğim. Kendimi zor tutuyorum. En sonunda baktım olacak gibi değil, kendimi banyoya kilitlettim. Tutulma bitince çıkaracaklar.
*
İşte böyle. Dünya binyılın olayını izlerken ben klozet kapağına oturmuş, krem, şampuan vs. kutu ve şişelerinin üzerindeki yazıları okuyordum.
‘‘Sakın bakmayın’’ diyerek bakma güdümü kamçılayan ve bu yüzden binyılın olayını ıskalamama neden olan herkesi mahkemeye vereceğim.
Mış muş köşesi
Okul kitapları ‘‘sevimli’’ olacakmış.
Havuz problemleriyle, karşılıklı hareket eden tren problemleri duruyorsa, matematik kitaplarının hiç şansı yok.
Leman Sam ‘‘İstanbul'da son konserim olabilir’’ demiş.
Pes ettin değil mi? Haklısın. Ama kabahat sende. Detone olmazsın, ‘‘piyasa şarkısı’’ yapmazsın, memelerini göstermezsin, gerekli insanlara mavi boncuk dağıtmazsın. Olacağı buydu.
Clinton'ın yattığı kadınlara Barbra Streisand da eklenmiş.
Clinton'ın en büyük şansı Amerika'da yaşıyor olması. Bu sicille burada olsaydı, değil devlet başkanı olmak devlet dairesine odacı bile olamazdı. Hatta yüz kızartıcı suçtan mahpus yatıyor bile olabilirdi.
Kadınların para harcamasına ‘‘beyin dalgaları’’ sebep oluyormuş.
Alışveriş için ‘‘beyin dalgaları’’ yetmez. ‘‘Bey'in parası’’ da lazım.
Sağ partilerden kopan ağır toplar yeni bir parti kuruyorlarmış.
Bu Mesut Bey'in başının altından çıkıyordur. Niyeti bir dahaki sefere dörtlü koalisyon kurup poker çevirmek.
Paylaş