Bir koşu İngiltere’ye gidip şu Leicester Üniversitesi’ne bir bakmak istiyorum. Ne menem insanlar görev yapmaktadır...
En son, dudağı birbirine benzeyen çiftlerin evliliklerinin daha uzun ve mutlu olduğunu bulmuşlar.
Dünya hakikaten bu gibi adamların üzerinde duruyor. Bir sabah kalkıp hiç lüzumu yokmuş gibi görünen konularda araştırma yapan... Mesela şimdi kim bilir evlilik müessesesine ne büyük katkısı olacaktır bu araştırmanın! İnternetten eşleşmeye kalkanlar dudak kalınlıklarını da bildirirler artık.
Aslında erkek milletinin dikkat etmediği şey değil dudaklar. Araştırmada da çıkmış zaten. Fakat "Benimkine denk mi?"den ziyade, "İnce mi kalın mı" diye bakıyorlarmış ki kalın dudaklılarla sevişip ince dudaklılarla evleniyorlarmış.
Bakın, erkeğin dünyanın her yerinde aynı yaradılışa sahip olduğunu ortaya koyması açısından da çok önemli bir araştırma. Netice olarak kadın, bütün dünyada, orasına burasına bakılmak suretiyle ikiye ayrılıyor. "Erkeğin yatağının kadını" ve "erkeğin evinin kadını" şeklinde.
Ve zihniyet hep aynı.
"Kimse benim karıma bakmasın, ben bütün kadınlara bakayım."
Dünyanın öbür ucuna kaçsak çaresi yok demek.
Gözünüzü seveyim yenilemeyin!
Leicester Üniversitesi akıl edemedi henüz, ama bir gün "yenileme" hususunda bir araştırma yaparsa eminim "en yenilemesever millet" çıkarız.
Değişiklik iyi bir şey tabii. Fakat her zaman gerekmiyor. Bir örnekle daha iyi anlatacağım galiba.
İstanbul’un eski bir semtinde üç katlı ahşap bir bina düşünün. Az ötesinden tren geçen... Karşısında başka ahşap evler... Aralarında daracık Arnavut kaldırımlı sokak... Sokağın üstünü boydan boya örten asma...
Ünlü bir balıkçı burası. Ünü daha ziyade bu sıraladığım özelliklerinden geliyor. Yoksa balıkla deniz börülcesi her yerde var. Ama burada asmanın altında yiyorsunuz balığı.
Şehirden bunalanların sığınağı bir nevi. Başka bir diyara gelmiş gibi oluyor insan.
Ayağınızın altında tavuklar, kediler geziyor. Bildiğiniz sokak işte. En eskisinden, en orijinalinden.
Fakat önce tavuklar yok oldu. Sonra masaların bir ucunun dayandığı komşu ahşap ev. "Daha çok masa" için herhalde. Oraya kestim ben gitmeyi. Duyduğuma göre en son binanın içindeki çini karoları söküp yerine seramik döşemişler. Karşısına geçip "Oh pırıl pırıl oldu" diyorlardır...
Ve korkarım Arnavut kaldırımının yerine asfalt dökmesi için belediyeyi sıkıştırıyorlardır.
Gayet iyi niyetle yapıyorlar bütün bunları. Bilmiyorlar, farkında değiller bindikleri dalı kestiklerinin. Orayı sevmemizin nedenlerini bir bir yok ediyorlar. Sıradan olma yolunda hızla ilerliyorlar.
Ne yazık!
Türkiye’nin her yerinde böyle bir sürü örnek vardır, eminim. Biri onlara değişimin bazen hiç lüzumu olmadığını anlatmalı. Ya da müşteri yavaş yavaş ayağını kestiğinde kendiliklerinden anlayacaklar ama iş işten geçmiş olacak.
Akıl yaşta değil
Değil hakikaten.
Başta.
Nitekim geçen gün Pınar Altuğ’un "erkek arkadaşı" Yağmur Atacan gayet çarpıcı bir biçimde gösterdi.
"Pınar Altuğ devrimci mi?" sorusuna verdiği cevabı duymuşsunuzdur.
"Devrim ne? Devrimcilik o kadar küçümsenecek bir şey mi? Bu ilişki global anlamda devrimcilik demekse boşuna zaman kaybediyoruz."
Bilmiyorum siz böyle akıl mamulü ifade duydunuz mu daha önce. Gerçi ben ne dediğini tam olarak anlamadım ama "Siz yaşıma bakmayın" demek istiyor galiba.
MIŞ MUŞ
Kadınlar erkeklerden üç kat fazla konuşuyormuş.
Kadınların da karşısında "şıp" diye anlayanlar olsa...
On kişiden ikisi ofis aşkıyaşıyormuş.
Siz yine benimki sekizin içindedir diye avutun kendinizi.
Kadınlar saç yaptırmaya ömürlerinin toplam 2.5 yılını harcıyorlarmış.