Cevap veriyorum

"Hürriyet’e küstüm" diyen okur mektupları geliyor. Tek tük de olsa.

Neden küsmüşler?

Gazetelerinin "hükümet goygoycusu" olduğunu düşündükleri için.

Ha, bir de magazin gazetesine dönüşmüş olduğundan şikáyet ediyorlar.

Küsmüşler, ama birden çekip gitmek istemiyorlar. Gözlerini açmış Hürriyet’i görmüşler çünkü. Okuma-yazma öğrendikleri günden beri bu gazeteyle haşır neşirler.

Kolay mı yok saymak, reddetmek, çekip gitmek?

Onlar da gitmiyorlar zaten. Güvendikleri, sevdikleri köşe yazarlarına şikáyet ediyorlar.

Muhtıra veriyorlar bir nevi.

Muhtıraların sevilecek yanı yok gerçi, ama okurun muhtırası iyi bir şey. Derdini söylemeden çekip gitmesinden iyi en azından.

*

Cevap vermek bana düşmez belki, ama kendi adıma tek bir okuru bile kaybetmek istemem doğrusu.

Hem insanın ağırına gidiyor.

Ben de o okurlar kadar laik ve Atatürkçüyüm zira.

Kadınım bir kere... Başka türlü olmam eşyanın tabiatına aykırı.

Neden Çağlayan’da kadınlar vardı daha çok?

O adını bile anmak istemediğim rejimlerin, şunların bunların ucu en çok bize dokunuyor çünkü. Erkeğe iyi bile gelebilir, ama biz çok şey kaybederiz.

Atalarımız ne demiş hem... "Sükût ikrardan gelir."

Buyurun o halde.

*

Bakın önce şunda anlaşalım:

Televizyon çıkalı beri gazetelerde haber geri planda kaldı, buna karşılık köşe yazarları önem kazandı, öyle değil mi?

Zaten siz de bir gece önce en ince ayrıntısına kadar öğrendiğiniz haberler için satın almıyorsunuz gazeteyi.

Yani gazetelerin çizgisini, okur profilini artık büyük ölçüde köşe yazarlarının belirlediğini söyleyebiliriz.

Peki "AKP’nin goygoycusu olmaya karar vermiş" bir gazete Bekir Coşkun’la Emin Çölaşan’a niye yer versin?

Basın tarihinde yaşanmamış şey değil; sırf iktidarı savunduğu ya da savunmadığı için odasını toplamasına bile izin verilmeden kapının önüne konan gazetecileri hepimiz duyduk, gördük. Yine olabilirdi. Bekir Coşkun Onuncu Köy’de, dikkatinizi çekerim.

Peki, diğer Hürriyet yazarları içerisinde, kimin, kaç yazısını okudunuz körü körüne hükümeti öven?

Üstelik zaman zaman övülebilir de. Hak ettiklerinde tabii. Hiçbir şey illa ki ya siyah, ya beyaz değildir.

*

Bir soru daha...

Yine "AKP’nin goygoycusu olmaya karar vermiş" bir gazetenin çalışanları olarak bu karardan hiç haberimizin olmaması tuhaf değil mi?

Beş senede Tayyip Erdoğan’ı ve hükümeti eleştiren onlarca yazı, sayısız Mış-Muş yer aldı bu köşede. Bir kere kulağımı bükmezler miydi?

Hem siz hálá bir gazete, ya iktidarın ya muhalefetin sesi mi olsun istiyorsunuz?

Evet, benim çocukluğumda öyleydi. Mesela İzmir’de "CHP’nin sesi" olan Demokrat İzmir’i okuyanlar, "AP’nin sesi" Yeni Asır’a el sürmezdi. Ya da tersi. Kimse "vatan haini" olmak istemezdi.

Ama o günler çok geride kaldı. Hangi partinin ne olduğunu söylemek bile güç artık. Şu anda, bu satırları kaleme alırken CHP’nin Genç Parti’yle ittifak yapacağı haberi geçiyor televizyondan.

Hálá partilerin yayın organı gibi olan gazeteler de var elbet. Ama çoğunluk artık o tür gazeteleri okumak istemiyor ki, tirajları çok düşük.

Kimse dünyaya, olan bitene, at gözlüğüyle bakmak istemiyor demek.

Ben de tek bir gazete satın alacak olsam, birbirine aykırı fikirleri bulabileceğim bir gazeteyi tercih ederim.

Aman yanlış anlamayın, "Gazeteler ilkesiz olsun, kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırsın" demek istemiyorum. "Çok sesli olmasında bir mahzur yok" diyorum. Sevdiğiniz gazetenin içindeki, size aykırı gelen bir-iki sese tahammül edebilmelisiniz.

Öteki türlüsünde okurla gazetenin ilişkisi "Körler sağırlar birbirini ağırlar" biçiminde oluyor biraz.

Bakın bazen bana "Harikasınız, içimden geçenleri yazıyorsunuz" diyen e-postalar gönderiyorsunuz. Hoşuma gidiyor elbet, ama bir yandan da "Tüh! Onu düşünmeye itecek yeni bir şey söyleyememişim" diyorum.

Bilmem anlatabildim mi?

*

Son bir soru...

Şu son olayda, Hürriyet’in "Yaşasın muhtıra" dememiş olmasına da takıldınız mı mesela?

Ama siz de bir karar verin artık, muhtıralara, darbelere karşı mısınız değil misiniz?

Bir öyle, bir böyle olmaz.

Olursa, tipik "Demokrasiyi severim ama bizim parti kazanırsa" durumu olur.

Gelelim "magazin gazetesi" oluşumuza...

Evet, yalnız Hürriyet değil, neredeyse bütün gazeteler o yola girmiş gibi görünüyor.

Ama siz bunu istemiyorsunuz...

Öyle mi?

Peki o halde sizi Radikal’i Türkiye’nin en çok satan gazetesi yapmaya davet ediyorum.

Şimdi biliyorum topa tutacaksınız beni.

Arandığımın farkındayım.

Tutun, fakat lütfen en az benim kadar özen gösterin üslubunuza.

Son bir şey daha.

Elinizde tuttuğunuz gazetenin her bir satırının sizin gönlünüzden, aklınızdan çıkmış gibi olması hiçbir zaman mümkün değildir.

Teraziye koyacaksınız.

MIŞ MUŞ

Æ 30 yaşındaki Irmak Ünal "Sadece 4 sevgilim oldu" demiş.

"Yazık" diyesi geliyor insanın. Oysa "sadece" yerine "tam" deseydi "Ooooo" diyecektik.

Æ 1 Mayıs’ta, İstanbullu, polisten dayak yemiş.

Bir Türkiye klasiği.

Æ Konuşurken el kol sallamak "maymunca"ymış.

CV’mize bunu da yazarız artık...
Yazarın Tüm Yazıları