‘Çay’ mı, ‘kahve’ mi?

HER şey çay tüketiminde dünyada yedinci ülke olduğumuzu duyunca başladı.

‘Nedir başlayan?’ diye sorarsanız, ‘Bu satırları kaleme almama neden olan, konuyla ilgili birtakım tespitler zinciri’ derim.

‘Her şey dediğin bu muydu?’ diyeceksiniz. E, tabii ‘Bakın aklıma ne geldi?’ diye daha mütevazı bir şekilde de başlayabilirdim fakat roman girişi gibi havalı olsun istedim.

Şimdi sadede geliyorum.

Önce şunu belirteyim, çok şaşırdım yedinci oluşumuza. Benden bir tahminde bulunmam istenseydi, ‘Birinciyizdir’ derdim. Zira benim bildiğim, burası 24 saat çay içilen bir memlekettir.

Sırf devlet daireleri yetmez miydi birinciliğe... Üzerinde içilmeyi bekleyen veya içilmekte olan bir bardak çayla, boşalmış üç-beş bardak bulunmayan memur masası gördünüz mü bugüne kadar?

Peki çaydanlığı olmayan ev?

On haneli bile olsa kahvehanesi olmayan köy?

Yemeğin üstüne garsonun ‘Bi çay alır mıydınız?’ diye sormadığı, hatta sormadan getirip önünüze koymadığı kebapçı, lokanta?

Çay ocağı olmayan işhanı?

Kadınların altın günlerinde tükettikleri çayı toplasak, o ülkelerin tamamını çayda boğarız vallahi.

Burası limonun ‘çaya, çorbaya’ diye satıldığı bir ülkedir.

Başka hangi memlekette bir eliyle cebindeki bozuk paraları şıkırdatırken öteki eliyle çay dolu tepsiyi sallaya çevire giden adamlar çıkar karşınıza?

Bu araştırmayı yapanlar, Türkiye nüfusunun çocuklar ve çarpıntısı olanlar hariç tamamının çay içmeden kafasının yerine gelmediğini bilmezler mi?

Her şeye rağmen yedincilik... Demek günün 25 saat olduğu ülkeler de var.

Fakat enteresandır, bu kadar çay merakına ve de çaydan başka bir şeyin içilmediği, emekli erkek kısmının adam başı otuz bardak çay tükettiği yerlere ‘kahve’ deniyor. Şirketlerde bile firmaya unvan aranırken hissesi büyük olan ortağın adından çıkılır yola.

Seçkin olma arzusundan desem, bunların doğum yeri Nişantaşı değil. Hatta bu kahve denilen yerlerden bir tek Nişantaşı’nda yoktur belki de.

Acaba çok eskiden, yani suyu testiden içtiğimiz günlerde daha ziyade kahveyi tercih eden bir millet miydik? Fakat Türk kahvesi öyle adına mekánlar açılacak kadar çok içilebilir mi? En fazla ilaç gibi, günde üç defa yemeklerden sonra tok karnına. Elin adamının otuz iki bin çeşit kahveyi getirip önümüze koyması ise daha yeni. Zaten bu kahvelerden o ‘kahve’lerde bulunmuyor.

Fakat şu espressoya olsun, kapiçinoya olsun düşkünlüğümüze bakılırsa, bunca yıl onlarsız nasıl yaşamışız anlaşılır gibi değil. Ben şahsen çok seviyorum. Daha siparişi verirken kafadan elit oluyor insan. ‘Bi demli çay’ demek var, bir de ‘Bi espresso lütfen, duble, uzun’ demek var. Nasıl anlatayım, çayla kahvenin durumu, rakıyla şarap misali.

Neyse mevzuu burada kesiyorum. Çay içilen yere ‘çay’ değil de ‘kahve’ denmesinin sebebini bilen varsa bana da bildirsin.

‘Takıldığın şeye bak!’ da diyebilirsiniz.

Sizin demeniz bir şey değil de Başbakan’ın, ‘Bakın memlekette bir tek sorun bırakmadık, gazete köşelerinde çay, kahve muhabbeti yapılıyor’ şeklinde durumu kullanmasından korkarım.


MIŞ-MUŞ

Barbara Cartland’ın kitap haline gelmemiş 160 romanı daha bulunmuş.

Hepsi birbirinin aynı olduktan sonra, 160 bin tane daha çıkabilir bir yerlerden.

Tren kazasının sorumlusu TCDD’ymiş.

Buna da şükür, hiç olmazsa bir gariplik yok; THY de suçlu çıkabilirdi.
Yazarın Tüm Yazıları