Paylaş
Geçen gün son yıllarda moda olan kocaman davetiyelerden biri geldi yine. Biliyorsunuz davetiyeler artık orta boy bir yastık kılıfı ebadındalar.
Kerevitaş'ın Çırağan Oteli'nde basın yemeği varmış. ‘‘Çırağan Oteli’’ dediğime bakmayın. Esas ismi Çırağan Palace Kempinski. Artık hiçbir şey sade ve kolay değil. Uzatmayayım. Super-Fresh ürünleri tanıtılacakmış. Gideceğim tabii. Davet etmişler, gitmezsem ayıp olur diye değil. Boğazıma düşkünlüğümden, en çok da merakımdan. Öyle ya, ‘‘Super Fresh’’ deyince benim aklıma taze fasulye, bamya, mısır falan geliyor. Bunlardan mamul bir ziyafet nasıl olur, onu merak ediyorum doğrusu.
*
Davet günü geldi çattı. Hazırlandık, kapıdan çıkacağız, sorun 1: Davetiye çantaya sığmıyor. Elimde sallaya sallaya gitsem olmaz. Kardeşim ‘‘Saçmalama, davetiyeyi almamıza gerek yok. Oldu olacak muhtardan bir de ikametgáh senedi götürelim’’ dedi. Ben yine de onu dinlemedim. ‘‘sallaya sallaya’’ seçeneğini tercih ettim.
Çırağan'a geldik. Arabadan indik ki, ne görelim? Bahçe kapaktan fırlamış kızlarla dolu. Hepsinde benim sahne elbiselerimden beter tuvaletler. Ben normal, keten bir takım giymişim. Aniden sıkıntıdan ter bastı, elimdeki davetiyeyle yellenmeye başladım. Kardeşim imdadıma yetişti. ‘‘Telaşlanma, bir başka salonda bir lisenin mezuniyet gecesi var herhalde’’ dedi. Bazen bal damlar kardeşimin ağzından.
İş kaldı, ‘‘Mavi Salon’’u bulmaya. Hangi merdivene yönelsek boydan boya kurdele gerip kapatmışlar. Labirent misali, gide gide Mavi Salon'a ulaşan yolu bulduk sonunda.
*
Yemekten önce kokteyl var. Aç bilaç yemeği bekliyorum. Herkesin, içkinin yanında üç-beş tane atıştırdığı mısırlardan beş kase yemişim. Bu arada herkes birbiriyle ‘‘N'aber’’, ‘‘Neler yapıyorsun?’’, ‘‘Seni iyi gördüm’’den ibaret sohbet içinde. Bir yandan da gözümüzle birbirimizin fotoğrafını çekiyoruz. Kim ne giymiş, yakışmış mı, benden güzel mi, vs.
Yemeğin 20.30'da başlayacağı yazıyor, ancak saat 21.00 oldu hálá yemek salonunun kapıları açılmadı. Daveti, işi ‘‘Advertising Agency’’, ‘‘Productions’’, ‘‘Pr X Organizations’’, ‘‘Congress & Incentive Travel’’ olan bir şirket düzenliyor. Kartvizitteki her şey İngilizce, ‘‘Acaba’’ diyorum, ‘‘20.30 İngiltere saatine göre 20.30 mu?’’
*
Nihayet yemek masasına oturduk. Bu tip davetlerde nereye oturacağınıza, siz karar veremiyorsunuz. Düğünlerde bile öyle. ‘‘Erken gidelim de nikáh masasına yakın yer kapalım, gelini yakından görelim’’ diye bir şey yok. Yok, illa istiyorsanız kendinize eş dost seçerken kasabadan olmasına gayret edeceksiniz.
*
Masaya oturalı yarım saat oldu, henüz yemek başlamadı. Kürsüde sırasıyla Yönetim Kurulu Başkanı Osman Merzeci, mönüyü hazırlayan Tuğrul Şavkay ve otelin başaşçısı Michael Norman konuşma yapıyorlar. Konu, ‘‘donmuş gıdanın nimetleri.’’ Meğer, ‘‘Tazesi varken dondurulmuşunu almam’’ derken yanılıyormuşuz. Dondurulmuşu daha tazeymiş. Manavdan aldıklarımız tarladan bize gelinceye kadar kırk kapının ipini çekiyorlarmış. Yarın sabah ilk işim bizim manavın haddini bildirmek olacak. Bu arada, burada kalmakla, kapağı bir kebapçıya atmak arasında gidip geliyorum.
*
Derken ilk yemek geldi, ‘‘Enginar ve mantar ile zenginleştirilmiş Superfresh'in balık ve deniz ürünlerinden oluşan güveç.’’ Adının bu kadar uzun olduğuna bakmayın, iki dakika sonra önümde bir şey kalmamıştı.
Heyecanla ikinci yemeği bekliyorum. Hayatımda ilk defa ‘‘Beklemek’’ fiilinin bu kadar hakkını verdim. Tam 70 dakika, yani 1 saat 10 dakika sonra ikinci yemek geldi. ‘‘Superfresh sebzeleri ile dondurulmuş tavuk, mısırlı mücver ve soğanlı sos.’’ Sanıyorum doldurma işlemine biz güveçleri yerken başladılar.
Yalnız, bu beklemenin bir faydası oldu. Midemde ‘‘hazım’’ işlemi başladığından bir tabak yemekle doymuş oldum. Bu da hayatımda ilk defa oluyor.
*
Servis elemanları yemeğin gelişindeki gecikmeyi affettirmek için gidişini hızlandırmayı uygun görmüş olmalılar ki daha iki çatal yemeden herkesin önünden tabakları topladılar. Bu arada mönüde tavuğa eşlik edeceği belirtilen ‘‘Egzotik yapraklardan oluşan vinegret soslu mevsim salatası’’ tavuğu ekmiş görünüyor. Zira ortada yok.
Ve inanılmaz bir şey oluyor. Su bardağını ağzıma götürüyorum, o da ne? Klor kokuyor. Çırağan bilmemne ski'sinde ‘‘çeşme suyu.’’ Garsonla konu üzerinde fikir alışverişi yaptığımız sırada kürsüde bir bayanın Tubitak'ın gelmişini geçmişini anlatan bir konuşma yaptığını fark ediyorum. Monoton bir ses tonuyla, bilimsel, uzun bir konuşma. Arkadan bir hanım daha. Aynı ses tonu, aynı sıkıcılık. Salon aniden boşaldı. Kardeşim, ‘‘NATO Kosova'ya bu iki kadını gönderseydi, Sırplar direnemezlerdi’’ dedi. Aynen katılıyorum.
*
Aaa! Yarım saat önce masadan apar topar kalkıp giden tavuğun yanında gelmesi gereken salata geldi.
Kalkıp gideceğim ama daha neler olacağının merakı içindeyim, gidemiyorum.
Neyse, geceyi tatlı bitireceğiz galiba. Frambuazlı Krem Brüle her şeyi unutturacak kadar lezzetliydi. Bu lafımı geri alacak bir şeyler olur korkusuyla ‘‘SüperFresh meyveleri ile hazırlanmış pötifurlar’’ı beklemeden masadan kalktık. Salondan çıkarken bütün bunların kamera şakası olabileceği düşüncesiyle etrafta gizli kamera aramayı ihmal etmedim. Bir şeyler bulamadım ama yine de bizden sonra biri çıkıp ‘‘Size bir sürprizimiz var’’ demiş olabilir.
Bu yazının sonu: SuperFresh ürünleri son derece taze, sağlıklı ve pratik olabilir. Ancak sakın ha bunları Çırağan Palace Kempinski'de ve bir şirketin organizasyonunda yemeye kalkmayın. Ne yapacaksanız evinizde yapın.
Mış muş köşesi
Erkekler sabah sporunu sevmiyorlarmış.
Doğrudur. Genellikle bir çıtır eşliğinde gece sporunu tercih ederler.
Bir İngiliz 37 yıl, midesinde takma dişlerle yaşamış.
Oh! Ne pratik. 37 sene aynı yerde öğütmüş, aynı yerde sindirmiş.
Kariyer yapan kadın seksten zevk almıyormuş.
Bu durumda kadınların neredeyse tamamına yakını kariyer sahibi.
Köpekler insan psikolojisini iyi biliyorlarmış.
Verdiğimiz bir lokma için sonsuza kadar itaat etmeleri bu yüzden demek ki. Bunu istediğimizi fark etmişler. Kısacası ne mal olduğumuzu onlar da anlamışlar.
Body'cilerin ilaçları erkekliği öldürüyormuş.
‘‘Kadınları etkileyeyim’’ derken ‘‘etkisiz’’ hale gelmek! Ne feci.
Paylaş