Senenin ilk yazısı olarak hepinizin sevdiği birinden haberler versem size... Şunu bunu iğneleyeceğime...
İstisnasız herkesin sevdiği kim var Türkiye’de?
Sezen Aksu.
Efendim Sezen’in son numarası ‘abajur imalatı.’ Evet abajur yapıyor. Sahne elbisesi diktirmek için aldığı kumaşları kesip biçiyor, kıvırıyor, geriyor, yapıştırıyor, dikiyor... Orasına burasına taşlar koyuyor...
Hayır, yapan insan... Heves eder, boş bir zamanında bir tane yapar. Bununki öyle değil. Seri imalata geçmiş durumda. İki beste bir güfte arasına iki de abajur sıkıştırıyor. Zannedersiniz kapıda toptancı bekliyor da bizimki ona mal yetiştiriyor. Öyle bir sorumluluk hali.
*
Bir yandan da dekorasyonla uğraşıyor. Zaten bildim bileli hiç ara vermedi. Tam bitti derken başka eve taşınır, yeniden başlar. Önder’in evini dekore ediyor şimdi. Tonmeister bilmem hangi şarkının tonunu bir ton aşağı indirirken bakıyorsunuz, o bir koşu gitmiş kumaş seçmiş gelmiş, iki köşe yastığı yapmış. Önder geçenlerde ‘Bir ara şu Boğaz Köprüsü’nün kenarına da bir oya geçiver’ demiş. Biz espriye gülüyoruz ama o bize gülebilir yakında... Oya Boğaz’ı selamlarken...
*
Elinde iş olmadığı zamanlarda eli belinde eşyaların karşısına geçip bakıyor. Ve yerlerini değiştirmeye karar veriyor. Ama öyle o duvarın önünden bu duvarın önüne değil. En kısa yolculuk odalar arasında oluyor, ki bu pek nadir rastlanan bir şey. Daha çok evden eve nakliyat söz konusu. En son, bir taşla üç kuşun vurulduğu; abajur, ayna ve heykel birlikteliğini gözler önüne seren devasa bir objeyi iki gün arayla önce Önder’in sonra Sezen’in evinde gördüm.
Bir keresinde, mermer bir altlığı, ön bahçeden arka bahçeye, arka bahçeden ön bahçeye, sonra yine arka bahçeye taşımakta olan bir yardımcısı mermeri orta yerde bırakıp gitmiş. İki sene görünmemiş. İki sene sonra döndüğünde taşıma işine kaldığı yerden devam etmiş. Bel fıtığını tedavi ettirip geldi herhalde adamcağız.
*
Bakın şimdi yazarken bile gülümsüyorum. Son günlerde icat ettiği bir şey var, elinde hasır bir sepetle geziyor evin içinde...
Yirmibeş santime yirmibeş santim, dört gözlü bir şey. Kervan’da ‘Çatal sepeti’ diye satılıyormuş. Elinin altında bulunmasını istediği her şeyi doldurmuş içine. Cep telefonu, kalem, gözlük, saç tokası, sakız, pipo, ilaç kutusu, her an açıp bir melodi ya da söz fısıldadığı mini teyp. ‘Devamlı çanta eşeleyemem’ diyor. Stüdyoya iniyoruz sepet elinde, mutfağa çıkıyoruz sepet elinde, yatmaya gidiyor sepet elinde... Annesinin çantasını koluna takmış evcilik oynayan küçük kız gibi.
Geçen gece bizi kapıdan uğurlarken yine elindeydi sepeti. ‘Sepetlemek’dedikleri bu herhalde’ dedim çıkarken. Evine de ‘Sepetçiler Kasrı’ diyeceğim bundan böyle.
*
Artık neredeyse uyumuyor diyebilirim. Sırf üretime ara vermek istemediğinden. Var böyle bünyeler, çalışmadan duramayan... Ama Türklerden az çıkıyor. Durmaya meyilli bir milletiz daha ziyade. Öylece durup bakmaya, oturmaya... Sezen azınlığa dahil. Onların da birincisi.
Yakında kısacık uyku saatlerinde parmaklarından birini bir düzenek vasıtasıyla elektrik düğmesine bağlatabilir. Hiç olmazsa uykumda ışığı açıp kapatayım, boş durmayayım diye...
MIŞ-MUŞ
ABD’de iyi ana-baba olma kursu varmış.
Fakat maalesef başkanlar için bir kurs yok hálá.
Bebekler için zorunlu olan verem aşısı aylardır bulunamıyormuş.
Kolayı var, yetkilileri ‘Seni AB’ye veririm’ diye korkutacaksınız.
Baykal, hükümete ‘Millet sizi gözden çıkardı’ demiş.
Lakin gözden çıkarıp başının üstüne koydu, o başka.
Depresyonu ıspanakla yenmek mümkünmüş.
Doğrudur. Yıkama esnasında otuzikinci sudan sonra hálá kum çıktığını görünce ıspanaksız günlerine şükredip oturur insan.