Barka'ya mektup

SAYIN Aykut Barka,

Genç yaşta aramızdan ayrılmanıza milletçe hakikaten çok üzüldük. Tam da size yeniden ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde...

Ne vardı sanki çekip gidecek? Ama durumumuza bakınca paçayı kurtarmış olduğunuzu düşünmemek de elde değil.

Meslektaşlarınız tekrar fazla mesaiye başladılar. Yalnız onlar mı, tevatürcüler de iş başındalar. Son hızla üretime geçtiler. Ceset torbalarının hazır olduğundan tutun da hastanelerde doktor izinlerinin kaldırıldığına kadar türlü ürünü piyasaya sürmüş bulunuyorlar. Kimbilir sırada daha neler var. Depremden olmasa da yakında korkudan öleceğiz.

Yine ne oldu da bu duruma geldik?

4.8 büyüklüğünde deprem oldu.

Tamam, fazla büyük sayılmaz, en azından yıkılmadık, ayaktayız ama bilgili olmak kadar kötü bir şey yok şu hayatta Sayın Barka. Eskiden olsa hiç tınmazdık. Oysa şimdi engin deprem bilgimizle ‘‘Öncü olabilir’’, ‘‘Malum fayı tetikleyebilir’’ gibi yorumlarımızla kendimizi dertten derde sokuyoruz.

İyimser olanlarımız da yok değil. Enerjinin böyle peyderpey boşalacağına inananların sayısı bir hayli fazla. Ancak meslektaşlarınız derhal devreye girerek, enerjinin boşalabilmesi için daha böyle 32 milyon deprem olması gerektiğini ifade etmek suretiyle insanın umudunu fos diye söndürüyorlar.

***

Daha malum fayın kaç parça olduğunu bile öğrenemedik Sayın Barka. Oysa gemilerde talim var. Yani araştırma gemilerinin biri gidiyor, biri geliyor. Birinin tespiti ötekininkini tutsa ya... Nihayetinde fayın kaç parça olduğunu bir Allah biliyor bir de fayın kendisi.

Ama yine de meslektaşlarınızın hakkını yemek istemem. Bizleri birçok konuda iyi aydınlatıyorlar. En azından enkaz altında son nefesimizi verirken gayet bilinçli olacağız.

Misal, tepemize 9 kat çöktüğü sırada ‘‘Amanın ne oluyoruz’’ diyeceğimize, ‘‘15 km. uzaktan doğu-batı yönlü vuruşla gidiyoruz öbür tarafa’’ demek az şey midir?

Ayrıca birtakım öneriler getirmek suretiyle bizleri hazin sondan kurtarmaya çalıştıklarını da inkár edemem.

Misal, ‘‘Depremden korunma konutlarının yapılması’’, ‘‘İstanbul'un yeniden inşası’’, ‘‘Yaşadığımız binaların sağlamlaştırılması’’ gibi.

Hepsi iyi güzel de...

Bu dedikleri şeyler en iyimser tahminle 3002 yılındaki depreme ancak yetişir. Onun için bence hiçbir şey yapmadan depremin İstanbul'u yerle bir etmesini beklemek ve kalan sağlar olarak yeniden inşasına başlamak en akıllıcası olur. Hiç olmazsa yıkım işini bedavaya getirmiş oluruz.

Zaten eski binaların sağlamlaştırılması işi bir masaldan ibaretmiş. Bir bilene sordum. Yüzde yüz sağlamlık elde etmek mümkün olmadığı gibi, yıkıp yeniden yapmak bile daha ucuz ve kolaymış. Bunun aksini iddia edenler bu işten rant sağlayacak ve sağlamakta olanlarmış.

Bilmiyorum, ben anlamam Sayın Barka, bir bilenin yalancısıyım.

***

Aslında bu depremden sağ salim sıyırtmanın bir yolu var ama kimse söylemeye cesaret edemiyor. İSTANBUL'U BOŞALTMAK. Geri kalan ve şu anda yapılmakta olan hazırlıkların tümü deprem olup bittikten, giden gittikten sonra sağ kalanların barınmasına, yaşamını sürdürebilmesine yönelik. Enkaz altında kalacağı tahmin edilen nüfus içinse bir şey yapıldığı yok. Ha, pardon ceset torbaları hazırlanıyor.

Sayın Barka, bizden vazgeçtim, torunumuzun torununu bile kurtarabileceğimizden umudumu kestiğim için ‘‘Allah yazmamış olsun’’ deyip huzur içerisinde oturuyorum. Yazdıysa da ne yapayım ‘‘Elle gelen düğün bayram’’ demiş atalarımız.

Bu huzurumun nedeni ‘‘Sayın Işıkara'nın telkinleriyle depremle yaşamaya alışmış olduğum’’ şeklinde de açıklanabilir.

Işıkara'ya hakikaten çok şey borçluyuz. En azından o olmasaydı biz hálá deprem anında annemizin yöntemiyle kapı eşiğinde durmaya devam edecektik. Oysa şimdi onun tavsiyeleriyle oluşturduğumuz içi kitap dolu sandıklar sayesinde kelleyi kurtarabilme ihtimalimiz var.

***

İşte böyle Sayın Barka.

Bu mektubu ‘‘Neler oluyor size?’’ diye merak ediyorsunuzdur düşüncesiyle kaleme aldım. Bir şey olduğu yok; görüyorsunuz eski hamam eski tas.

Sevgiler, saygılar efendim.


MIŞ-MUŞ


Enflasyon umut vermiş.

Bu da ‘‘Yılın umut veren canavarı’’.

*

Kulaktan öpmek sağır ediyormuş.

Keşke dudaktan öpmek de dilsiz etse, biraz kafamızı dinlesek’’ diyordur şimdi erkek kısmı.

*

Antalya müftüsü, ‘‘İsteyerek bekár kalmak günahtır’’ demiş.

İstemeyerek bekár kalanlaraysa yazıktır. Müftülük bu konuya eğilmeyecek mi?
Yazarın Tüm Yazıları