Hikáye dediysem, öyle filmlik olması şart değil. İçinde bulunduğumuz durumlardan söz ediyorum.
Sıradan şeylerden.
Kimimiz evlenmek üzereyiz mesela...
Kimimiz işsiz...
Kimimizin yeni çocuğu olmuş...
Kimimiz bir hastalıkla boğuşuyoruz...
Aldatılmışız...
Áşık olmuşuz, falan filan.
Fakat hayatın akışı içerisinde pek de farkında değiliz galiba bunların.
Sahne durmadan değişiyor çünkü.
O halden bu hale geçiyoruz... Hızla.
Fakat ölüm geliverdiğinde...
Her şey orada donup kaldığında yani...
O zaman herkesin hikáyesi sahici bir hikáyeye dönüşüyor.
Ve mutlaka acıklı bir hikáyeye...
Ama yatakta gelmiş olmayacak ölüm.
Bir felaket, bir kaza ya da Ulus’taki gibi bir patlama... Ani ve hain bir şekilde gelecek yani. İşte o zaman acıklı bir hikáyeniz oluyor. Bir dakika önce ne kadar mutluysanız, hikáyeniz daha da hazin olabiliyor hatta.
Muzaffer Savaş mesela...
O gün damatlığını almak için gitmiş Ulus’taki çarşıya. Bomba patladığında elinde damatlık, durakta otobüs bekliyormuş.
"Damatlık giyecekti, kefen giydi" diyor gazete.
Ölüm her zaman dokunuyor insana. Hiç tanımadığınız birinin ölümünde bile boğazınıza bir düğüm gelip oturuyor. Hele böyle ölümlerde...
Fakat "Patlamada Muzaffer Savaş da yaşamını yitirdi" deselerdi, işte o düğüm oturacaktı boğazıma sadece.
Ama iki gün sonra evlenecek olması...
Düğüm yetmedi.
Gözyaşları geldi ardından. Her satırda daha çok.
İsa Kalkır... 12 yaşından beri annesi, ablası ve kardeşinin geçim yükü omuzlarındaymış.
Serdar Karayiğit... Ekmek parası için çoluğunu çocuğunu köyde bırakıp gelmiş Ankara’ya, seyyar satıcılık yapıyormuş.
Bunları duyunca koyuveriyorum gözyaşlarımı.
Onlar gibi yüzlercesi var oysa. Fakat anlatsalar ağlar mıyım hikáyelerine, bilmiyorum.
Ama işte ölüm geliverince...
Ölüm "bardağı taşıran son damla" oluyor galiba.
Artık ölüme mi ağlıyoruz, hikáyeye mi, belli olmuyor.
İkisi birbirini azdırıyor. Hikáye ölümü, ölüm hikáyeyi daha da acıklı yapıyor.
Bir şey daha var...
Fakirin ölümü daha dokunaklı oluyor.
Muzaffer Savaş ağzında purosuyla yakalansaydı ölüme, ya da ne bileyim biri elinde Prada çantasıyla şoförünün arabayı getirmesini bekliyor olsaydı durakta, iddia ediyorum gözyaşları bu kadar sel olmazdı.
Hrant Dink’e onca yanışımızda ayakkabısındaki pençenin de rolü vardı, inanın.
MIŞ-MUŞ
DSP Genel Başkanı Sezer, aday olmazsa hakkını helal etmeyeceğini söyleyerek üzüntüsünü dile getiren Rahşan Ecevit’ten helallik almış.Helallik falan deyince yanlış anlamayın, DSP "sol" partidir!
Mesut Yılmaz, "Siyasete dönmemi halk istedi" demiş.Gizli referandum yaptı zahir.