Sevgili Babacığım,Bir gazeteci olarak meslektaşlarının geldiği noktayı görmeni isterdim.
Böyle paldır küldür girdim konuya ama öyle heyecanlıyım ki...
Gazeteciler artık başbakanların yanağını okşuyor babacığım. Hani "çağ atlama" diye bir şey varsa, o da budur.
Nereden nereye di mi?
Sizin devrinizde başbakanla göz göze gelmek, hafif oynatma sebebiydi belki de. Hele bir gazeteciye ismiyle hitap etmesi bir başbakanın... Adam iflah olmazdı herhalde.
*
Aslında birdenbire gelmedik bugünlere.
Önce başbakanlar yanak okşamaya başladılar. Kanının kaynadığı birkaç gazeteciye hakikaten evlat muamelesi yapanlar oldu. Ki o gazla hálá "Beyefendi dedi ki..." diye başlayan yazılarını sürdürenler var.
Sonra, Özal’la birlikte "enseye tokat" dönemi başladı.
Fakat tabii ki parmağı, ay pardon tokadı atan taraf başbakandı.
Aslında belki de çağ o zaman atlanmış oldu. Zira başbakan-gazeteci muhabbetinin hem dozu arttı hem de kapsama alanı genişledi. Özal’la düşüp kalkmayan, çalıp oynamayan sadece üç beş gazeteci kaldı.
İlişkilerin "Dün akşam telefonum çaldı, arayan başbakandı" şeklinde iyice sıradanlaşması ise Yılmaz’la Çiller’in şahsında gerçekleşti.
*
Ve işte nihayet bugünlere gelindi, başbakanın yanağı okşandı.
Artık bunu nasıl değerlendirirsen babacığım...
Başbakanların "Tanrı"dan "insan"a dönüşmesi olarak mı?..
Yoksa şu meşhur "basının gücü" hadisesinin tescili mi?.. Gerçi başbakan kendi uzatmamış yanağını. O da şaşırmıştır herhalde.
Ne düşünmüştür sahi...
Çocuk yerine konduğuna üzülmüş, "Tayyip değil, küçük Tayyip!" diye sızlanmış mıdır "Hoşgeldin Tayyip diyen" Emine Hanım’a...
Yoksa "örtmen beni sevdi" diye zıplamış mıdır...
*
Her neyse...
Ben sana geçmişten bugüne birtakım fotoğraflardan bahsettim ama altlarına ne yazmak gerekir, bilemem. Yani siyasetçi-gazeteci ilişkisinin derinliklerine inemem. Ne alırlar, ne verirler... Anlamam, bilmem.
Bilmediğim bir şey daha var.
Biz şimdi ne tarafa meyledeceğiz?
Bir grup, Başbakan’ın memleketi karanlıklara doğru sürüklediğini iddia ederken, birileri durumu fevkaladenin fevkinde görüp, dayanamayarak yanağını okşuyor.
"Sen kendin bak, kimseyi dinleme" diyeceksin.
İyi de ben yıllardır bakıyorum, bir şey göremiyorum. Manzara, hep aynı manzara. Hatta gazeteler yazmasa hükümetlerin değiştiğini anlamayacağım. O kadar aynı geliyor bana. Onun için karar veremiyorum, kim okşanır, kim okşanmaz...
On, yirmi, otuz sene öncesinin gazetelerine bak; birileri, Türkiye’nin kör kuyunun dibine doğru, birileri, tünelin ucuna doğru yol aldığını iddia ediyor. Fakat ne karanlığı gördük çok şükür, ne tam olarak ışığı maalesef.
Demek ki...
Aslında buralar bildiğin gibi. Bir değişiklik yok. Bir tek başbakanlarla samimiyeti ilerlettik.
Ellerinden öperim babacığım.
MIŞ MUŞ
Topkapı Sarayı, Sarayburnu’nda denizle buluşacakmış.Hatta Tekirdağ, Çanakkale gezdirip getirsinler.
Yeşim Salkım’ın son aşkı kuaförüymüş."Çapkın" kadınların aşk hayatı arı misali... Bir dönem "bal alıyor", sonra "bal" veriyorlar.
Başbakan’ın yaşgünü için AKP’liler üç kutlama yapmış.Yağcılık parti ayrımı yapmıyor.