Paylaş
Sevgili Babacığım,
Sana ‘‘Babalar Günü’’nde yazacaktım, sonra özel günleri sevmediğin geldi aklıma. Ben de sevmiyorum, ne o öyle, yasak savar gibi.
Her zamanki gibi haberlerim var sana. İlkine çok şaşıracaksın. Senin Ecevit'inle MHP, ortak hükümet kurdular. Allah razı olsun, memleketin yüce menfaatleri sözkonusu olunca, ‘‘tencere dibin kara’’, ‘‘seninki benden kara’’ demeyi bir kenara bıraktılar. Yalnız Rahşan Hanım bir ara bu ‘‘kara’’lık durumunu biraz kurcalar gibi oldu ancak, Ecevit hemen araya girip durumu kurtardı. Vallahi, yalan olmasın ‘‘Aslında Rahşan sizi çok sever, sevgisini ifade edişi biraz farklıdır’’ gibi bir şeyler söylemiş duyduğuma göre.
Doğrusu koalisyon işine basının katkıları da unutulacak gibi değil. Muhabirinden köşe yazarına, bir MHP profili çizdiler... Yani sevmeyen ölsün! Gelecek seçimlerde benim oyum ‘‘elde bir.’’
Ah baba ah! Hatırlıyor musun, sana bir başka gazeteden teklif geldiydi de, ‘‘Ben CHP'liyim AP'yi destekleyen gazetede çalışamam’’ demiştin. Kusura bakma babacığım ama hiç ileri görüşlü değilmişsin; bu günleri göremedin.
*
Laf nereden nereye geldi. Diyeceğim şu ki, hükümet uyum içinde işleri yürütüyor. Gayet başarılılar. Hele Sağlık Bakanlığı. Geçenlerde, hiç kimsenin aklına gelmeyen şey Bakan'ın aklına geldi, ‘‘gen’’lerimize el koydu. Meğer ‘‘gen’’ kaçakçılığı varmış.
Bizi yok etmek isteyen körolası dış mihraklar, yıllardır başımıza biyolojik, kimyasal ne varsa yağdırmışlar. Bakmışlar hálá sapasağlam ortada dolaşıyoruz, genlerimizi çözüp bize uygun silah geliştirmeye karar vermişler. Bunun için gerekli ‘‘kan’’larımızı nasıl temin edecekler? ‘‘Verdiğiniz her damla kan size ilik olarak geri dönecektir’’ diyerek binlerce insanımızın kanını toplayıp götürmüşler. Sağlık Bakanı Allah'tan tam zamanında uyandı. Yoksa ipliği pazara çıkmamış bir tek ‘‘gen’’imiz kalmayacaktı. Bu arada hemen belirteyim, ben kan vermemiştim. Benim ‘‘gen’’im dış mihraklarca hálá sır olmaya devam ediyor.
*
Bizi neden yok etmek istediklerine gelince: Tabii ki gücümüzden korkuyorlar. Bir bıraksalar;
Yapacağımız icatların, keşiflerin haddinin hesabının olmayacağını,
Çaresi bulunmadık hastalık bırakmayacağımızı,
Uzayda kapısı çalınmadık gezegen kalmayacağını,
Ele geçirilmedik konu komşu toprağı, sporda kırılmadık rekor, müzikte kazanılmamış Eurovision yarışması kalmayacağını çok iyi biliyorlar. E, ülkemizin yer olarak stratejik öneme sahip olduğu ise zaten herkesçe malum. Hepimiz daha alfabeyi öğrenmeden bunu öğrenmiştik. Hal böyle olunca, bizi yok etmekten başka çareleri kalmıyor tabii.
*
Biliyorsun zaman zaman Bulgaristan'dan soydaşlarımız çıkıp gelirler. Hepsinin başımızın üstünde yerleri var. Tam olarak hangi furyada geldiğini bilmediğim biri var aralarında. Adı Ciguli. Hızlı giden arabalara meraklıymış. ‘‘Ciguli’’ de bir araba markasıymış zaten.
Son günlerde müzikteki favorim o. Akordeon çalıp şarkı söylüyor. Ben artık eskisi gibi ‘‘Gözlerinde eriyorum’’ veya ‘‘Aşkımı yıldızlara sor’’ gibi romantik şarkılardan hoşlanmıyorum. Komik, oynak şeyler hoşuma gidiyor.
Erkek şarkıcının da öyle jimnastik aleti reklamına çıkmış gibi kas gösterisi yapanını sevmiyorum. Ciguli tam tipim. Kıvrak, sıcak, kavruk. Sanıyorum yakında ben de tam onun tipi olacağım. Klipteki Binnaz'a benzememe pek bir şey kalmadı.
*
Sana bir de bütün Türkiye'nin tanıdığı bir beyefendi ve eşinden söz etmek istiyorum. Bu gazeteci bey iri yarı, gözlüklü biri. Eşi hanımefendi ise iri yarı, gözlüksüz. Bunlar mütemadiyen evlerinde camın önünde oturuyorlar. Adam, elleriyle tarif ede ede mütemadiyen bir şeyler anlatıyor, karısı da mütemadiyen başını sallayarak tasdik ediyor. Ara sıra kocasının önceden sormasını tembihlediği soruları soruyor. Sizli bizli konuşuyorlar. Zannedersin, ilk defa orada karşılaştılar. Adamın bilmediği yok.
‘‘Sen bunları nereden biliyorsun?’’ dersen, bir kameraman mütemadiyen bunları çekiyor, bir TV kanalı da mütemadiyen yayınlıyor.
Daha önce her ikisi de gazetede yazı yazıyorlardı. Beyefendi televizyonlarda yorum da yapıyordu. Mütemadiyen aynı adamı kötüleyip, mütemadiyen aynı kadını mehtettiğinden şimdi mesleklerini sadece birbirleri için icra eder hale geldiler. Kadın sadece kocasını konuk ediyor, adamın anlattıklarını sadece karısı dinliyor.
Bir de son günlerde patlak veren Hocaefendi olayı var babacığım. Bu Hocaefendi denen zat, aptesinde namazında, ömrü tekkelerde geçmiş, dini bütün bir beyefendi. Özelliği, ilim irfana olan merakı. Öyle akranları gibi cami avlusunda bekleyeceğine, iki namaz arasında gidip bir okul açıyor. Taaa Papua Yeni Gine'ye bile gitmiş. Tek, oradaki yavrucaklar ilimsiz irfansız kalmasınlar. Sabah namazından sonra yardımcısını çağırıp sorarmış:
- Kaç okulumuz var?
- 412 efendim.
- Yetmeeez.
Haydaaa Afrika'ya, oradan Sibirya'ya.
Bizler sade vatandaş aklıyla, ‘‘Bu işte bir iş var’’ der dururduk. Ancak büyüklerimizin kendisini takdir üstüne takdir ettiklerini gördükçe, ‘‘Biz bu işlerden anlamıyoruz’’ der, susardık.
Meğer anlayan taraf bizmişiz babacığım. Geçenlerde ‘‘Aba’’sının altında ‘‘sopa’’sı olduğunu büyüklerimize gösterdi. Günahlarını almış olmayayım, belki onlar da her şeyin farkındalardı da, hazır okullara, hazır dersanelere, hazır vs.'lere konmak için göz göre göre iyice büyümesini beklediler.
*
Durum bunlardan ibaret değil tabii ki babacığım. Daha anlatacak çok şey var. Ancak takdir edersin ki mektup dediğin de bundan uzun olmaz. MİT raporu mu bu?
mış muş köşesi
Tüketim vergisi geliyormuş.
Vere vere bir hal olduk. Yakında ‘‘Nefes vergisi’’ de ister bunlar bizden.
‘‘Dünyanın en zengini’’ listesinde üç Türk varmış.
Hasetimden kim olduklarına bakmadım.
Forbes dergisi Güler Sabancı'yı Lastik Kraliçesi ilan etmiş.
Aaa! Bir insana da bu kadar yüklenilmez ki... Para, unvan, şöhret. Yazık (!) kızcağıza!
İran'da makyaj yapan erkek kırbaç cezasına çarptırılmış.
Aman Fatih Ürek'i o taraflara salmayın.
Stres göbek yapıyormuş.
Bu göbek de sıktı artık. Yemek istemez, içmek istemez, stres istemez. ‘‘Öl’’ diyecek, yüzü tutmuyor.
Kadınlar daha akıllıymış.
Hayatın hiçbir esprisi kalmadı. Şimdi biz neyi ispatlamaya çalışacağız.
F. Gülen, ‘‘Kadın dövülebilir’’ demiş.
Ben de diyorum ki, ‘‘Erkek öldürülebilir.’’
Paylaş