Attilá İlhan’ın ardından hemen herkes aynı şeyi söyledi:
‘Gençliğimizde sevgililerimize onun dizeleriyle seslenirdik.’
Sahi... Bir zamanlar sevgiliye şiirler yazılır, o yetenek yoksa Attilá İlhan’lar imdada yetişirdi.
Gerçi benim en delikanlı çağımda bile başıma gelmedi ama ben istisnayım. Bu devirde tam tersine... İlişkisine şiir karıştıranlar istisna galiba.
Şimdi gençler şarkı sözleriyle ilgili daha ziyade. Yani şiirleriniz dile düşsün istiyorsanız, önce siz bestecilerin peşine düşeceksiniz.
Ve aklınızda bulunsun, ‘Sevgilinin adını mıh gibi aklında tutmalar’ falan olmayacak içinde. Örnek olsun diye iki dize karalardım şimdi şurada ama mazeretim var, kabiliyetsizim. Onun yerine temayı vereyim, siz şiirleştirin.
Misal ‘mıh gibi aklında tutma’ yerine ‘Hoca yaaa, benim geçen yaz Bodrum’da arakladığım esmer kızın adını hatırlıyor musun?’ var artık.
Devamı şöyle:
‘Bu aralar boştayım da biraz takılayım diyorum.’
Bu, ‘Ben sana mecburum’a tekabül ediyor. Fakat kimsenin hakkını yemiş olmayayım; felsefi yanı ağır basan ürünler de çıkmıyor değil.
Mesela ‘Asabiyetten tırlatıyorum / Aklımı baştan fırlatıyorum / Seni öpmenin felsefesini anlat’ gibi şeyler.
Son yıllarda şiir yazmıyormuş Attilá İlhan...
Artık kimsenin şiire ihtiyaç duymadığını görmüştür.
Bekaretin tekrar moda olduğunu yazıyordu geçen gün gazete... Bakarsınız aşk da moda olur ardından. Şiire yeniden ihtiyaç duyulur. ‘İnsan’dan umut kesilmez.
Çocuk çocuktur!
AB bu işlere bakmıyor değil mi?..
Kendi kendimize düzeleceğimiz de yok...
Halbuki her şeyin temelinde bu sorun yatıyor olabilir.
Ana-baba-evlat ilişkisinden bahsediyorum. Hadi babalar bir derece de analar asla Avrupalı olamayacaklar belli. Analık hali buna mani zira diyeceğim ama Hollandalı, Fransız, Alman anneler ana değil midir diye de bir soru geliyor akla. Türkiye’de çocuğunun büyüdüğünü kabul eden bir anneye rastladınız mı bilmiyorum. Ben rastlamadım.
Dahası çocuğunun kafasının içinde bir beyin taşıdığına inanan anne de yok.
Onlara sorarsanız çocukları kaç yaşında olursa olsun müdahaleye muhtaçtır!
Tamam, beşikten mezara kadar annenin sıcaklığına ihtiyaç duyulduğu doğrudur da bu sıcaklık her an ensede nefes hissetmek şeklinde olmamalıdır. Diyorum.
Şebnem Scheffer’in annesini gördük... Bir tek yatağa ayrı girmişler anlaşılan. Fakat keşke üçü beraber uyusalarmış; kızın kirli mi temiz mi kaldığı hususu tam netlik kazanmadı zira. Anne bizi iyice bir aydınlatırdı hiç olmazsa.
Tövbe tövbe...
Ama dediğim gibi, bütün annelerde var bu potansiyel. Bazılarına çocukları için vermiyor sadece. En son ‘Ben Aliye’yim’ diye ortaya çıkan Pınar Dilşeker’le ayrıldığı kocasının, 1,5 yaşındaki oğullarını paylaşamamaları hikayesinin altından da bir anne çıktı. Damat, ortalığı kaynanasının karıştırdığını iddia ediyor.
Anneler ellerinde önce mama, sonra reçelli ekmek, sonra portakal suyu, en son da akılla koşuyorlar çocuklarının peşinden demek!
Neyse ki biz üç kardeş paçayı kurtardık. Yok, annemin istisna olmasından değil. Bizi dondurmuş olmasından.
Üçümüzü de üç yaşında dondurdu annem. İşin mama kısmında kaldık anlayacağınız. İlaveten çarpılırız diye prizleri elletmiyor falan...
Geldik gidiyoruz, erkek mevzuuna girmedi henüz. Bu da bir şans tabii bizim için.
MIŞ-MUŞ
Baykal, sahne yasağının kaldırılması için para istediği iddiasında bulunan Bülent Ersoy’a 300 bin YTL’lik tazminat davası açmış.
Eninde sonunda Bülent Ersoy’dan Baykal’a bir para akışı olacak yani.
Abdullah Gül ‘Türkiye’de herkes gibi rektörler de hesap verir’ demiş.
Ve bu hesap verme işine de hep ‘birileri’ karar verir.
Yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde aşırı sağ ‘tehdit’ olmaktan çıkarılmış.
E, normaldir; zaten neticeye varmışsanız artık kimi tehdit edeceksiniz...