Artık pılıyı pırtıyı toplayıp temelli gelmesini isteriz.
Ama yanaşmaz.
Gerekçelerimiz bilinen, makül şeyler...
Annemin artık genç olmadığından tutun da hasret çekmenin lüzumsuzluğuna, İzmir’de "En yakını" kimsenin kalmadığına kadar. Fakat işte bu sonuncusu üzerine bir kitap yazabilir.
"En yakın" her zaman kan bağı olanlar mıdır? Ya da en yakınların yanında olmak yeter mi?
Annem arkadaşlarını istiyor.
Evini, eşyalarını, semtini... Yıllardır her sabah perdesini açtığında gördüklerini görmek istiyor.
Her zaman karşılaştığı selamlaştığı aşina olduğu insanları...
İzmir’i istiyor.
Eğreti yaşıyor İstanbul’da.
Koltuğun kenarına ilişmiş gibi.
Hatta evet koltuğun kenarına ilişip oturuyor.
Misafir gibi.
Ne evdeki hayatın içine giriyor ne İstanbul’daki.
Gitmeyi bekliyor.
Fakat göndermiyoruz.
Ve iyi bir şey yaptığımızı zannediyoruz.
Ama o burada mutsuz, bize rağmen mutsuz. Aklı yatsa kalmaya, gönlü yatmıyor.
Altın kafesteki kuş gibi.
***
Bilmiyoruz...
Ne yapacağımızı bilmiyoruz.
Bildiğimiz...
Yaşlılık zor.
Bir sürü yönden.
Ama en zoru, artık kararlarınızı kendiniz veremiyorsunuz...
Bir sabah alıp başınızı çok sevdiğiniz evinize dönemiyorsunuz...
Belki geceleri elli yıllık arkadaşlarınızı bir daha göremeyecek olma ihtimalini düşünüp yastığınıza iki damla yaş akıtıyorsunuz...
Ama evlatların da işi zor.
Bir zamanlar gücünden etkilendiğiniz ana babalarınızın hayatına yön vermek zorunda kalmak...
Neyin doğru olduğunu tam da bilemeden üstelik.
Biri, ötekinin hastalığını duyunca kalp krizi geçirecek kadar (Evet, bu da oldu) birbirine bağlı, yarım asırlık arkadaşları birbirinden ayırmak...