Alt tarafı mesaneyi boşaltıp çıkacağız... Fakat zannedersiniz ki uzaya fırlatılmak üzere oradayız.
Bir gün bir restoranın tuvaletinde teknolojiye kurban gitmekten korkuyorum. Geçen gün rezervuarın düğmesini ararken kafamı sensörlü káğıt havlu zamazingosuna çarptım mesela.
"Kafayı çarpmak teknoloji kazası sayılmaz" diyeceksiniz ama o rezervuar "annemin sifonu" olsaydı ben de klozetin arkasına eğilip düğme aramaya kalkmayacaktım.
Kapıyı açıp içeri girdiğinizden itibaren bir o alete bir bu alete görüneceksiniz ki ışık yansın, musluk aksın, havlu çıksın...
Bir tek boşalırken bir yere görünmek durumunda değilsiniz. Ama yakındır. Bir bakmışsınız kıçınızı göstermeden klozetin kapağı açılmıyor.
Fakat çöp kutusunun sensörlü olması iyi oldu. Zira o pedallı çöp kutularının pedalına basabilip de kapağını açabilmişliğim yoktur kişisel tarihimde.
Öyle bir yere koyarlar ki kutuyu, ayağınızın pedalı bulması için önce klozetin üstünden atlamanız gerekir. Hadi atladınız diyelim... Pedal kutunun duvara bakan tarafındadır mutlaka. O kutuyu oraya koyan, o pedalı defo falan zannediyor olabilir. Hani vazonun çatlağını görünmesin diye duvara doğru çeviririz ya... Onun için iyi oldu sensörlü çöp kutuları.
Fakat bir de çalışsa! Elimde káğıt on dakika beklediğimi bilirim. Sonunda kapağı elimle açtığımı... Hani belki aksiyon istiyordur düşüncesiyle káğıdı aşağıdan yukarıya, sağdan sola salladığım da çok olmuştur.
Tabii bir de bu sallama işinden önce o tuvalet káğıdı parçasını ele geçirme operasyonu var. Öyle cırt diye yırtıp almak eskidendi, çok eskiden! Şimdi ramazan davuluna benzer káğıtlıklar var. İçinde káğıt var mı yok mu görünmeyen, hiçbir yerden ucu falan da sarkmayan bir kapalı kutu!
Önce baş aşağı eğilip káğıt var mı yok mu bakacaksınız, varsa, o pozisyonda káğıdın ucunu bulmaya çalışacaksınız. Fakat rulo habire dönüp size asla ucunu göstermeyecek!
Ama en zoru arada klozetten kalkıp hálá orada olduğunuzu alete göstermek ki sönen lamba yeniden yansın.
Türk’ün aklı sonradan gelirmiş, ben de oturduğum yerden sensöre el sallamayı yeni akıl ettim.
Sahi restoranların tuvaletlerindeki bu sensör bolluğunun sebebi nedir?
"Maksat teknoloji olsun" değildir herhalde.
Rahatlık desem, insan daha çok yoruluyor.
Hijyen içindir herhalde. Fakat alışık olmadığımızdan bünyelerimiz şaşıracak diye korkuyorum. Neyse ki masaya döndüğümüzde suya uzaktan, adeta sensöre gösterir gibi gösterilmiş yeşilliklerden yapılmış salatalar bizi bekliyor da...
Yazmayacak konuşacaksınız!
Kadın mizahçı yokmuş!
Geçenlerde yine bir yerlerde konuşuluyordu. Ne zaman konu mizahtan açılsa, laf dönüyor dolaşıyor, Türkiye’de kadın mizahçı olmadığına geliyor.
Gazete köşelerini tutan kadın mizahçıları yok sayıyorlar.
Bazı okurlar istediği kadar o kadınlara "Size çok gülüyoruz" diye mektuplar yazsınlar... Fakat bu, kadına düşmanlıktan değil, "yazı"ya düşmanlıktan daha çok.
Neredeyse herkesin, hiç olmazsa "Nasıl zayıfladım" diye kitap yazdığı bir ülkede yine de yazma işi öyle pek önemsenmiyor. Belki de işte herkesin bir şekilde bir şeyler karalayabilmesinden dolayı çok sıradan bir iş olarak görülüyor.
Mizahçı sayılabilmek için yazmayacak, konuşacaksınız. "Stand-up"çı olacaksınız yani. İllaki.
"Söz uçar yazı kalır" diye bilirdik, fakat tersiymiş meğer.
MIŞ MUŞ
34 beden giyen mankenler için anoreksiya ve bulimiya koruma derneği suç duyurusunda bulunmuş.
Oh, bütün 38 üstü bedenlerin canına değsin!
Kürşad Tüzmen "DNA’larımda devlet adamlığı geni var" demiş.
Bakın bunu öğrendiğimiz iyi oldu; bundan sonra ötekilerden de mal beyanının yanında DNA raporu da isteriz.