Açılamayanlar

Ben de bu ‘Açılamayanlar’la bozdum. Ama ne yapayım çok önemli. Öyle büyük adam olmadığımdan küçük şeylerle meşgulüm daha ziyade.

Hatta ne yalan söyleyeyim, Irak’ta olup bitenlerden bile daha fazla canımı sıkabiliyor günlük hayatta karşıma çıkan ufak tefek problemler. Oysa ben de isterdim elbet sabah uyanır uyanmaz aklıma dünya meselelerinin üşüşmesini. Düşüneyim, edeyim, çareler üreteyim... Fakat işte döndür Allah açılamayan bir pet şişe kapağı beni bundan alıkoyuyor. Ya da yoğurt kapağı.

En son, kaset, CD ve kitapları açamıyorum. Üzerlerindeki o ince şeffaf şey yüzünden. Bıçaklamak gerekiyor illaki. Hani öyle arabada aç, koy teybe, mümkün değil. Eve gidip ekmek bıçağı marifetiyle bir kenarından delmek, deşmek, yırtmak suretiyle açacaksınız.

Bisküvi paketlerinin çoğunu, deterjan kutularını da açamıyorum. ‘Buradan açınız’ yazıyor oysa. Bir ara üstüne ‘Buradan açamıyorum’ yazıp fabrikasına yollayayım diyorum.

Fakat belki de hayırlıdır bu mütemadiyen bir şeyleri açmaya çalışma durumu. Muzırlık yapmaya hal ve zaman bırakmaması açısından... Mesela bizim gidip ülkenin birini işgal etmeye kalkışmamamızın nedeni bu olabilir. Diyeceksiniz ‘Başımızda büyüklerimiz var; bizim vatandaş olarak işgale kalkışacak halimiz yok.’ Tamam, büyüklerimizin eline her şey açılmış gidiyordur ama milletvekillerinin, bakanların hiç olmazsa meclis lokantasında ayran kapağı açmışlığı da yok mudur? Ayranı üstüne dökmeden kapağı sıyırıp kaldırmanın nasıl dikkat isteyen bir mesai gerektirdiği herkesçe malum. Günde bir tane ayran kapağı açsa insan, başka bir şeyle uğraşamaz.

Zamanında Bush’a açsın diye iki yoğurt, üç beş de ayran yollayacaktık buradan, bakın Irak’a gitmek falan aklına gelir miydi? İnsanda keyif keka olunca bir süre sonra rahat batıyor haliyle, kime sataşayım diye bakıyor.

Dediğim gibi, bizim işimiz çok, o yüzden dünya için bir tehlike arz etmiyoruz.

Bakın mesela şu anda dörtlü tuvalet káğıdının naylon ambalajını açma işine soyunmuş bulunuyorum. ‘Açma’ dediysem, lafın gelişi... ‘deşme’ demek daha doğru. Ya da ‘parçalama’ Bıçaksız yaşanmaz bu memlekette abi!

‘Aşkım’ herkese uyar

Neyse ki bazı büyük meseleleri arada sırada da olsa düşünemeyecek kadar vahim değil durumum. Bir ayran ile bir tuvalet káğıdı arasında, birtakım konular üzerine ahkám kesecek kadar düşünme fırsatı buluyorum.

Mesela işte böyle bir fırsatta erkek kadın ilişkisine kafa yordum yine. Yolunda gitmeyen ilişkilerle ilgili şöyle bir tespitte bulundum:

‘Kadınla erkek arasındaki gerginliğin bir sebebi de çiftlerin birbirlerine hitap şekilleridir’

Bebeğim, tavşanım, balım, civcivim, çiçeğim, böceğim vs. Hele sevgilim, aşkım, canım, bir tanem gibi klasikler... Evet bunlardır taraftarı çaktırmadan geren şey.

Neden?

Zira hiçbiri karşı tarafa kendini özel hissettirmez.

‘Sevgilim’in nesi özel?

Sizden öncekine söylenmemiş, sizden sonrakine de söylenmeyecek olma ihtimali var mı?

Bazılarının da içi boşalmış zaten. Taksi şoförüne ‘Şurada ineyim aşkım’ diyen var.

En özel hitap şekli karşıdakine adıyla seslenmektir. Ötekilerin hepsi herkese uyar. Sevgiliniz herkese ‘Tavşanım’ diyebilir ama başka kimseye sizin adınızla hitap edemez. Ebru, Nihal, Cengiz, Zehra, Ali sizsinizdir; civciv, kelebek, bal, tombik, kuş, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’dır.

Ben şahsen adımla hitap etmeyen sevgiliden şüphe ederim. Hayatında biri daha vardır büyük ihtimalle. Bir gün birimize, şaşırıp ötekinin adıyla seslenmek suretiyle felakete neden olmamak için ikimize de ‘Aşkım’ deyip geçmektedir. (Bakınız evli sevgililer)

Son olarak... Özellikle sevişirken kulağınıza adınızı fısıldayan sevgilinize sıkı sarılın. ‘Canım’, ‘Bir tanem’ falan diyene pek itibar etmeyin. Benden söylemesi.

MIŞ-MUŞ

İnsanda bulunan gen sayısı tere otundan az çıkmış.

‘Karizmayı çizdirmek’ diye ben buna derim.

Erdoğan, Fransız gazetecilerin eşcinsellerden ateistlere, türbana kadar tüm sorularına net yanıtlar vermiş.

Demek Fransa’dan basın kartı almanın yollarını arayacaksınız arkadaşlar!

Ilık bir kış geçirecekmişiz. Hayrola, Balkanlar’da üretim durdu mu?
Yazarın Tüm Yazıları