Acemi ilişkiler dilerim

Özcan Deniz geçenlerde hayatında neden bir kadın olmadığını cevaplarken ‘‘Bir kadının 46. sevgilisi olmak istemem’’ diyordu.

‘‘Şaşırtmak mümkün değil hayatından 45 kişi geçmiş birini’’ gibi de bir şeyler söylüyordu.

Önce alışkanlıkla ‘‘Biri kadınlara laf ediyor’’ diye ayaklanayım dedim.

Sonra düşününce... Haklı adam.

Ama ‘‘Şaşırtması zor sevgililer’’ grubuna erkekler de dahil edilmeli. Hatta onlar için bir ‘‘çift kaşarlılık’’ durumu söz konusu. Hani bir mukayeseye gidilirse...

Yine kadınlara dönersek...

Kadınların cinsel özgürlüklerini kullanmalarıyla milletçe cep telefonu kullanma durumumuz arasında bir benzerlik olduğu kanaatindeyim. İkisini de bir aldık ki elimize... Yani bokunu çıkarmaksa bu kadar olur. Biraz ayıp kaçtı kusura bakmayın ama yerine ne desem hafif kalacaktı.

Hayır, 45 ilişkiden sonra ‘‘41 kere maşallah’’lık bir duruma gelinse... Ha teknik olarak mümkün tabii ama benim dediğim başka. Hani sevmeyi öğrensek 46.'da... Tam tersi, sevgi ‘‘bir kadın adı’’ olup çıkıyor gittikçe. Ya da bana öyle geliyor, bilmiyorum. ‘‘İşleyen demir ışıldar’’ diyenler de olabilir.

Biz daha çok ‘‘ilişki’’yi öğreniyoruz. Ve öğrenmenin, bilmenin ters teptiği tek şey bu belki hayatta.

‘‘İlişki’’yi bilmek satranç oynatıyor insana.

Ve hakikaten şaşırmıyoruz artık hiçbir şeye.

Aslında yaş almak da aynı sonucu getiriyor galiba. Hiçbir şeye şaşırmamayı. ‘‘Tecrübe’’, ‘‘Hayattan daha çok tat alabilmeyi öğrenme’’ gibi söylenip duran beylik laflar tamam da... Yaş almanın en kötü yanlarından biri insanın üzerine bir hinlik çökmesi. İstemeden oluyor. Neyse konumuz bu değil şimdi.

Acemi ilişkiler dilerim hepinize.

Acele etmeyin arkadaşlar! Ne kadar geç kaşarlanırsanız o kadar iyi.

İstanbullulaştıramadıklarımızdan mısınız?


İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir kampanya başlattı.

‘‘Kentim İstanbul’’ kampanyası.

Şehrin dört bir yanındaki billboardlarda aslen İstanbullu olmayan ünlüler ‘‘Ben İstanbulluyum’’ diyorlar.

Bu kampanyaya neden gerek duyulduğunu tam olarak bilmiyorum ancak tahminime göre adım başı rastlanan ‘‘Bilmemnereliler Dayanışma Derneği’’ tabelalarındandır. Gerçi bu tabelaların genellikle camı çerçevesi kırık, karanlık pencerelerin önünde asılı olmasından herkesin çoktan İstanbullulaştığı sonucunu da çıkarabilirdi belediye. Ama çıkarmamış.

Belki de kampanyanın nedeni balgamdır.

Turneler dolayısıyla Anadolu'da gitmediğim yer kalmamıştır hemen hemen. Bu kadar balgamı hiçbir yerde görmedim.

Diyeceksiniz ki, ‘‘Kalabalık olunca metrekareye düşen balgam miktarı artıyor haliyle.’’ O da var ama esas gelenlerin İstanbul'u kendi evleri gibi görmemelerinden tabii. Belediye bunu İstanbullulaşamamak olarak yorumluyor. Bense diyorum ki tam tersine, yurdum insanının (bu lafın mucidi Yılmaz Erdoğan'a teşekkür borçluyuz, iki kelimeyle ne çok şey ifade edebiliyoruz)... Koptum konudan. Ne diyordum? Ha, yurdum insanının İstanbullulaşmaktan anladığı budur.

İstanbullu olmak memlekette yapamadığını yapmaktır. Kim kime dum dumadır zira. İçersin, tükürürsün, bacağına sıkarsın, kaçak binanı yaparsın.

İstanbullulaşmak ya da İstanbullulaşamamak... Her neyse... Neticede bu kampanya iyi bir şeydir herhalde. Bütün kampanyalar iyidir. Ancak Ali Müfit Gürtuna'nın moralini bozmak gibi olmasın ama kampanyalar başlar ve biter. O kadar.

Toplantılar yapılır, konuşmacılar güzel güzel konuşurlar. Romantikler vardır aralarında. Misal İstanbul'u dinleyenler gözleri kapalı... Lakin netice alındığı görülmemiştir.

‘‘E, ne yapalım, öyle oturalım mı belediye olarak?’’ diyebilir şimdi Gürtuna.

Haklıdır. Bir kişi bile tam duvarın dibine işerken başını kaldırıp ‘‘Ben İstanbulluyum’’ diyen Rahmi Bey'i görüp vazgeçse kárdır.

Gaza gelmeyiz


‘‘Yazarımızın bugünkü yazısı elimize ulaşmadığından yayımlayamıyoruz.’’

Bir köşede bunu okudunuz mu bilin ki yazı aslında ulaşacağı yere ulaşmıştır.

Ha, eğer yazara ilham gelmemişse o gün... ‘‘Yazarımızın yazısı yoktu bugün’’ diyecek halleri yok tabii. Bunun dışında hangi devirde yaşıyoruz, güvercinin ağzına verdi yolladı sanki yazar yazısını, o da uça kona anca geliyor.

Diyeceğim şu: ‘‘Elimize ulaşmadı’’ demek genellikle ‘‘Yazıda bilmemne yasasına aykırı bir durum var’’ demektir.

Başıma geldi geçen hafta da oradan biliyorum. Acemi olduğumdan bir yazmışım ki mapusane çeşmesinin yandan akıp akmadığını bizzat kontrol etme imkánım olabilirdi.

Biliyorum meraklandınız ama takdir edersiniz ki ne olduğunu anlatamam. Anlatırsam sadece çeşme kontrolünü bir hafta geciktirmiş olurum.

Ama konunun kıyısından geçebilirim.

O yazı fısıltı gazetesinden duyduklarım üzerine kaleme alınmış bir yazıydı. Bugün görüyorum ki söylentiler resmiyet kazanmış. Biraz kılık değiştirerek.

Hükümet ‘‘Ulusal Dayanışma Tahvili’’ çıkaracakmış.

Çok şükür yüreğime su serpildi. Yani hibe değil borç. Gerçi hükümete göre örnek bir vatandaş, bana göre en nihayet aklını oynatmış bir memur, maaşının yarısını bağışlamak suretiyle ‘‘delinin aklına taş getirmek’’ deyimini hayata geçirmiş bulunuyor.

Ama adamın adı sanı yok. Bizi gaza getirmek üzere yaratılmış sanal biri olabilir. Bu satırları okuduğunuz güne kadar televizyoncular adamı bulup dizi teklifinde falan bulunmadılarsa şüphem gerçekleşmiş sayılır.

Uzatmayayım, sırf bu vatandaş olsa iyi... Türkiye'de ne kadar ‘‘Oda’’ varsa başkanlarından hükümete bağış yapmamız hususunda öneri üstüne öneri geliyor.

Benimse cevabım şu:

Şunu bilesiniz ki asla gaza gelmeyiz. Tamam ‘‘Vatan, Millet, Sakarya’’ ama bu millet aynı zamanda ‘‘Para isteme benden buz gibi soğurum senden’’ diye de bir laf etmiştir. AKP bunu bilmez mi?

MIŞ-MUŞ


Unakıtan süper bakanmış.Çok geç, bize artık süpermen lazım.

AKP'nin tasarrufu lafta kalmış.Zaten bu memlekette artık ‘‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’’ sözünü ters yüz etmenin zamanı geldi.

Deniz Akkaya ‘‘Türkiye'de kadın oyuncu yok’’ demiş.Allah'tan kendisi var da... Oyuncu, televizyoncu, manken, gazeteci, DJ... Bütün açıklarımızı kapatıyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları