“Bu ligde puan puandır” anlayışı, her şartta kabul görebilir ancak sarı-lacivertlilerin mevcut tabloda, geleceğe umutla bakması için kazanması daha zorunlu gibi duruyor. Sarı-lacivertlilerin, önceki 3 maçtaki çıkışı, Beşiktaş karşısında sekteye uğradı. Fakat şu var ki o maçtaki mücadele ve kazanma isteği üst düzeydeydi. Değerlendirilemeyen pozisyonlar, acemice yapılan hatalar, puanların elden uçup gitmesine yol açtı. Oyuncular, bu puan kaybına olan tepkisini, Denizlispor maçında farklı bir şekilde sahaya yansıtabilir. Dikkat çekici iki nokta var. Bunlar asla göz ardı edilmemeli. Birincisi, bizim ligimizde her maçın hikayesi ayrıdır. Bir önceki maça bakarak, sonraki karşılaşmayla ilgili yorum yapmak zordur. Olumlu ya olumsuz anlamda hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. İkincisi de Denizlispor, eski Denizlispor değil. Teknik ekip değişikliği ile farklı bir kimliğe bürünen yeşil-siyahlılar, son iki maçını kazanıp, moralini yükseltti. Etkili ve sonucu değiştirecek isimlere sahipler.
4 TAKIM KÜME DÜŞECEK
Erken diyebilirsiniz ama hesabı-kitabı şimdiden iyi yapmak lazım. Süper Lig 18 takımla oynandığında ve 34 haftada tamamlandığında, kümede kalma barajı 35 üzerinden hesaplanır, devreye girerken 20 puana olan yakınlık, rahatlatıcı bir tablo olarak değerlendirilirdi. Bu sezon durum farklı. Lig 21 takımla oynanıyor, sezon 40 hafta sürecek ve 4 takım küme düşecek. (Ligin bitiminde farklı karar alınır, düşme bir kez daha kaldırılır mı orası bilenmez) Bu yüzden uyarımızı şimdiden yapalım. Ligde 14 hafta geçilirken, A.Gücü, bu hesabın aşağısında kaldı. Benzer durum Gençlerbirliği için de geçerli, onları başka bir yazıda değerlendiririz.
13 müsabakaya çıkan A.Gücü, 9 puana sahip. Her maçta bir puan ortalamasının bile gerisindeler. Bu ne anlama geliyor. Sarı-lacivertliler, ligin ilk yarısı bitene kadar ki bölümde oynayacağı maçlarda puan ortalamasını 2’nin de üzerine çıkarmak zorunda. Lig matematiğinin denklemini şöyle kurulabilir. 34 maçta, puan barajı 35 oluyorsa, 40 maçta en azından 40 puan aşılmalı. Bunun için de devre arasına 20’nin üzerinde puan taşınmalı. Elbette bunlar olasılık. Sahada çok farklı sonuçlar çıkabilir. Geçen sezonun ilk yarısını 24 puanla bitirip, 2. yarıda sadece 11 puan alarak, ligi küme düşme potasında tamamlayan Malatyaspor örneği var. Ancak, Ankaragücü ve Kayserispor’un geçen sezonun ilk devresini, son iki sırada geçirdiği de unutulmasın.
Sezon daha yeni başladığından ve kadro önemli ölçüde yenilendiğinden, acımasız eleştirilerin dozunun kaçtığı düşüncesindeyim. Bizim ligimizde, takımların tam anlamıyla hazır hale gelmeleri 7-8 haftayı bulur. O yüzden biraz daha sabır diyorum. Özellikle yeni gelen yabancıların performansları şu an için tam bir hayal kırıklığı gibi fakat ben, bir oyuncu için 2-3 maçta iyi ya da kötü şeklinde hüküm verilmesine karşıyım. Tüm bunlar tartışılırken, gözden kaçmayan tuhaf gelişmelerin yaşanıyor olması işte onlar kafamı karıştırıyor.
KAPTANLIK KONUSU
Önce sezondaki ilk maçın sonuna gidelim. Ankaragücü, BŞB Erzurmspor’a kendi sahasında yenildi. Öfkeli taraftar, hemen isyan bayrağını açtı. Tepkiler yükseldi. Başkan, Fatih Mert “Merak etmeyin gereken yapılacak” dedi. Ani bir kararla, İlhan Parlak’ın bileti kesildi. Oysa, takımın teknik direktörü Fuat Çapa, sezon başında, takımın en verimli isimlerinin başında İlhan Parlak’ı sayıyor, istikrarlı çizgisini öne çıkarıp, kendisinden sezon içinde faydalanacağını anlatıyordu.
Ardından, takıma katıldıktan bir-iki hafta sonra, Fenerbahçe’den alınan Alper Potuk, birinci kaptanlığa getirildi. Teknik Direktör Fuat Çapa, hakemlerle iyi diyalog kurulması için yerli bir ismi kaptan yapmayı uygun gördüklerini söyledi. Bence, takım içindeki kıdem ve saygınlık ön planda tutulsa daha anlamlı olurdu. Pinto’nun maç içindeki tavrı, bu anlamda doğru algılanması gereken bir tepkiydi. Eğer, kaptanlık gibi bir sorumluluğu bir isme veriyorsanız, hiç bir oyuncunun kafasında soru işaretinin oluşmaması gerekir. Gençlerbirliği de Selçuk Şahin’i ilk geldiğinde takım kaptanı yapmıştı ancak Selçuk, duruşu, tecrübesi ve kişiliği ile saygı duyulan bir isim olduğundan kimse sesini çıkarmadı. Hatta çok da benimsendi. Ankaragücü’nde, bu anlamda ‘benimseme’ duygusunun tam yerine oturduğuna inanmıyorum.
Kaptanlık konusu Fuat Çapa’ya sorulduğunda, Çapa, olayın çok büyütülmemesi gerektiğini ima ederek, “İkinci kaptanımız Ante Kulusiç” diye açıklama yaptı. Kulusiç’in lisansının dondurulacağı konuşulurken, bu açıklama biraz garipti ve Ankaragücü, Futbol Federasyonu’na önceki gün verdiği oyuncu listesinde, Ante Kulusiç’in ismini çıkardı.
Beraberlikle, en azından soluklanabilir, ateş hattındaki son takımla arasındaki mesafeyi, bitime 5 hafta kalmışken, 2 maçta kapanacak düzeye getirebilirdi. Hiç biri olmadı ve Gençlerbirliği dramatik şekilde kaybetti. Hem de öyle berbat bir oyunla kaybetti ki fark yemekten kurtuldu. Bir süredir bıçak sırtında yürüyen Beştepe cephesi, bu yenilgi sonrasında yeniden ince hesaplar yapacak ve stres ile endişeyi, bu kez daha derinden yaşayacak.
Teknik Direktör Hamza Hamzoğlu, maça cesur bir kadro ile başladı. Stancu, Sio, Sessegnon, Ayite ve Candeias sahadaydı. Hamzaoğlu, bir an önce sonuca ulaşalım ve gelecek haftalara daha rahat girelim düşüncesinde miydi bilemem ancak bu tertip, Gençlerbirliği’ni, rakiple mücadele etme ve topu kazanma konusunda çok zorladı. Bu futbolcuların savunma yönü zayıf olduğundan, oyun üstünlüğü hep Kasımpaşa’daydı. Orta alanı Baiono tek başına kapatamadı. Savunma çok açık verdi. Sahada, hücum ağırlıklı bir kadro vardı fakat uzaktan şut denemeleri ve bir iki yan top dışında, Gençlerbirliği’nin elle tutulur tehlikeli bir atağı bile yoktu. Üstelik, böyle bir oyun anlayışıyla sahaya çıkmak, son 6 maçının 5’ini kazanan, müthiş bir enerji ve özgüven yakalayan rakibe karşı düşünülecek son şey olurdu. Takım halinde oynayan, hızlı ve seri pas trafiğini, rakip alanın boşluklarına çabuk taşıyan Kasımpaşa, maç boyunca Gençlerbirliği ceza sahası içinde çok elverişli pozisyonlar bulup, sadece ikisini gole çevirebildi. İkinci yarının başlarında, takım yenik durumda iken, bezer özelliklere sahip Yasin ve Berat’ın aynı anda oyuna girmesi de kırmızı-siyahlı teknik ekibin, kafa olarak bu maça iyi hazırlanamadıklarını gösterdi.
TAKIMIN HAVASI İYİ DEĞİL
Gençlerbirliği, salgın süreci öncesinde tedirgindi, aranın ardından oynanan Konyaspor maçında alınan galibiyet, bu tedirginliğin biraz olsun atılmasını sağlamıştı. Üstelik iyi oynanmadığı halde o müsabakanın kazanılmasının, ne derece önemli olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor. Kayseri yenilgisi bu anlamda önemli bir uyarıydı ama iyi analiz edilmediği ortada.
Beştepe kurmaylarının, akıllarından çıkarmaması gereken bir şey var. Bizim ligimizde, 25-26 haftada 4-5 galibiyeti zor alan ekipler, son 8-9 haftaya girildi mi birden canlanıverir ve peşi sıra kazanmaya başlar. O açıdan aman dikkat diyorum. Cesaretin bedeli, bu maçta fazlasıyla ödendi, kalan 5 karşılaşma böyle hataları kaldırmaz... Bir de şu var ki Gençlerbirliği için daha tehlikeli gibi duruyor. Oyuncuların, dışarıdan görünen ruh halleri hiç iyi değil. Bir kopukluk, bir motivasyon düşüklüğü, yüzlere yansıyan mutsuzluk ve huzursuzluk hakim. Bazı sorunlar saha içine taşınmaya devam ederse, telafisi zor olur, bizden söylemesi.
Başakşehir gibi güçlü ve şampiyon adayına yenilmek büyük sürpriz değil ama altı çizilmesi gereken noktalar var. Maçtaki hakem kararları skoru belirlemiş olabilir, buna tepki göstermek de doğaldır. Ancak, saha içini ve dışını iyi analiz etmeden, sadece hakem kararına takılıp kalmak, bu ekip için bundan sonraki süreci daha zorlu hale getirmekten başka bir işe yaramaz.
Mesela, Orgill neden yedek bekletilir? Stajonevic kadroya alınmayacaksa, Rivas sürekli kulübede oturacaksa, neden transfer edildiler. Ligin bitimine 6 hafta kaldı bu oyuncular ne zaman oynayacak? Orkan, en son hangi maçta görev aldı? Toplam kaç dakika süre aldı? Bunları konuşmak gerekmiyor mu?
İlk yarı rakibiyle başa baş oynayan Ankaragücü, ikinci yarıyla birlikte sahasından çıkamıyor ve baskı altında kalıyorsa, oyuna müdahale için hamle yapılması gerekmez mi? O anlarda Orgill, akıllara gelmez mi? Düşen orta saha güçlendirilemez mi ? Oyuncu değişikliği yapmak için illaki golün yenmesi mi beklenir? Rakip, tek oyuncu değişikliği ile farkını ortaya koyarken, Ankaragücü 5 oyuncuyu sahaya sürmesine rağmen, hiç verim alınamayışı düşündürücü değil mi ? Aydın, Cebrail, İlhan ve Sedat’ın, ivme iyice rakibe döndükten sonra, oyunun gidişatını ne kadar değiştirebileceği yanıt arayan bir soru değil mi? Ankaragücü’ne gol lazımken, Michalak’ın kenara alınması doğru bir düşünce mi ? Soruları çoğaltabiliriz...
Başakşehir’in kadrosu daha kaliteliydi, taraftarın olmayışı Ankaragücü için dezavantajdı. Kulusiç’in eksikliği önemliydi. Tüm bunlara katılıyorum, ancak ligin en can alıcı haftaları geçilirken, en başta takımın teknik patronunun, daha dikkatli ve daha motive olması gerekmiyor mu? Böyle maçlarda ekstra puanlara ihtiyaç duyulmuyor mu ? Kayıpların telafisi için zamanın ne kadar azaldığı, oradan bakınca görünmüyor mu ?
Bazen, telaş ya da zamana karşı yarış içinde olduğumuzdan, bazı şeyleri istemeden de olsa unutabiliyor, önemli detayları atlayabiliyoruz.
Haberin çıktığı gün, İhsan Kavak ağabeyim arayıp hatırlatınca üzüldüm. “Bu başarının gizli kahramanlarından biri, o dönemin Ankara Valisi Mustafa Gönül’dü. Onun emeği, katkısı ve desteği çok büyüktü. Hakkını teslim etmeliydik” ifadelerini kullanıp, “Tüm maçlarımızı takip eden, engelli olduğu için saha içine kadar giren, Haluk Kargın ile kucaklaşıp, birlikte sevinç gözyaşlarına boğuldukları ölümsüzleşen fotoğrafta yer alan Atilla Fergan’ı da anlatmalıydık” diye ekledi.
Bunları düşünürken, Vali Gönül’ün, Boluspor maçında sarı-lacivertli oyuncuları motive ettiği konuşma aklıma geldi. Federasyon Kupası finalinin ilk müsabakası, Başkentte oynanmış, Ankaragücü maçı 2-1 kazanmıştır. Vali Gönül, maçın bitiminde soyunma odasına iner, oyuncuları mutsuz bulur. Alınan skor, rövanş için yeterli görülmemiş olacak ki yüzler biraz düşmüştür. Gönül, bu manzara karşısında, “Ne oldu çocuklar, maçı siz kazanmadınız mı? Nedir bu haliniz? Kaldırın kafanızı, siz bunları orada da yenecek ve kupayı kazanacak güçtesiniz. Hatta siz Devlet Başkanlığı Kupası’nı da alacaksınız. Ben de sigarayı bırakacağım. Size yürekten inanıyorum” deyip, moral verir. Rövanş golsüz biter ve A.Gücü önce Federasyon, sonra da Devlet Başkanlığı kupasını kazanır.
Zorlu süreci başarıyla yürüten A.Gücü yönetiminin, hakkı teslim edilmeli. Hem sayıca hem de yüksek rakamlara ulaşan alacaklı dosyalarını, kulübün mevcut ekonomik tablosu içinde çözmek kolay iş değildi. Uzun uğraşlar, sıkı pazarlıklar, gece yarılarına kadar süren ikna çabaları sonunda, kara bulutlar dağıldı, ümitler yeşerdi. Elbette, yasak daha önce kaldırılsa, ligin ikinci yarısının başındaki maçlara, takım, hem oyuncu hem de motivasyon olarak değişik duygularla, hazır şekilde çıksa, durum daha farklı olurdu. Ancak, yapacak bir şey yok, önemli olan bundan sonrasına daha iyi odaklanmak.
YENİ BİR ENERJİ GELDİ
Gelinen noktada, riske girmek gerekiyordu ve o risk yönetimce alındı. Fatih Mert ve ekibi, neredeyse kulübü nefes alamaz hale getiren dosyalarla ilgili işlem yapmadan, mevcut kadroyla yola devam edip, ‘Düşeceksek de böyle düşeriz’ diyebilirdi. Bu yola gidilse, taraftarın beklentisi karşılık bulmaz, yönetimin, taraftar üzerindeki etkisi ve kredisi azalırdı. Yapılan girişimler, kurulan temaslar ve oluşturulan kaynaklar ile kulüp hem eksi puan cezası almaktan kurtarıldı hem de yarısından fazlası geçilmiş zorlu maratonun kalan kısmı öncesinde, camiaya; bir enerji, moral ve heves yüklemesi yapıldı. Elbette, bu girişim, beraberinde kulübe yeni borçlar, yeni yükümlülükler getirecek. Önemli olan geçmişteki hatalardan dersler çıkarıp, parayı doğru kullanmak, doğru isimleri nokta atışları ile bulmak ve menajerlerin tuzağına düşmemekti. Alınan riskin sonuçları, sezon bitiminde elde edilecek dereceye bağlı olarak güncellenecek...
Şimdi, sahne teknik kadro ve oyuncuların. Onların işinin ne kadar zor olduğu ortada. Omuzlarındaki sorumluluk iki değil, 5 katına çıktı, ayaklarına binen yük tarif edilemeyecek kadar ağır. Yeni gelenler; kenti, takımı, arkadaşlarını, stadı, rakipleri, tesisi, ligi tanımadan hayati maçlarda görev yapacak. Hem yarın, hem de sonrasında oynanacak karşılaşmalar, bir futbol müsabakasının çok ötesinde anlamlar taşıyor. Kaybedilecek her puanda, puandan çok daha fazla değerlerin yitip gideceği, bir süreç başlıyor.
ATEŞİN İÇİNDE MÜCADELE
Bu açıdan, Kasımpaşa maçı, kulübün yolunu belirleme adına son derece önemli. Teknik ekip ve futbolcu grubu, bu müsabakayı kazanırsa, bir sonraki adımı; kendilerinden emin, güçlü ve kararlı atar. Galibiyetle birlikte, yeni bir isyanın fitili yakılır, rakiplere gözdağı verilir, camia bütünleşir.
Hafta içinde, ‘Kazanarak başlarsa enerjisi yükselir’ demiştim. Bu kayıp, işleri daha da zorlaştıracak.
Bu takımın gücünü, kapasitesini ve oyuncuların sahada neler verebileceğini aşağı yukarı hepimiz biliyoruz.
Birincisi, Orgill’in olmayışı, Ankaragücü’nün hücum gücünü çok aşağılara çekti. Yokluğunda, Denizlispor maçının kahramanı Scarione, ilk yarıda forvet gibi oynamak zorunda kaldı, sonrasında gezgin ama verimsizdi. Orgill, tehditi ortadan kalkınca, Konyaspor savunması hem öne daha rahat çıktı hem de topu aralarında iyi dolaştırıp, Ankaragücü oyuncularının sinirini bozdular.
İkincisi, bu ligin en zayıf orta sahalarından birinin Ankaragücü’nde olduğu gerçeği. Konyaspor, maçında dikkat ettim, sahada sadece dolaşan Moke’nin ayağına top ilk yarım saatin sonunda değdi. Faty, uzun boyuna rağmen hiç hava topu alamadı, ikili mücadele kazanamadı. Ne alan ne adam markajında vardı, Sedat’ın varlığı ve yokluğu belli bile değildi. Kanatlarda zaruri görev yapanlar da zayıf kaldı. Ortadaki üçlünün ne savunma ne de hücum anlamında, takıma en ufak bir katkısı yoktu. Kenara alınan isimlerin bu oyuncular olması bir çok şeyi anlatıyor zaten.
Sarı-lacivertli ekibin içinde bulunduğu durumu en iyi gösteren ise ikinci yarıdaki değişikliklerdi. Konyaspor cephesi, sahaya; Bajic, Miya ve Shengelia gibi etkili hücum silahlarını sürerken, Ankaragücü, deneyimsiz Alper ve Hasan ile sakatlığı nedeniyle riske edilmeyen Canteros’u oyuna aldı. Başkent ekibinin yedek kulübesindeki diğer isimlerin ise çoğu kimsenin adını sanını bilmediği genç oyunculardı. Oyuna başlayanlar etkisiz, katkı vermesi beklenenler yetersizdi. Bu ortamda kötü sonuç da kaçınılmaz oldu.
Ankaragücü’nün mevcut kadrosunun bu ligi taşıyamayacağını, bazı oyuncuların gayreti ile takımın ayakta durduğunu, bazılarının adam yokluğundan, mecburen sahada kaldığını defalarca anlatmaya çalıştık. Kalan sürede transfer tahtası açılmazsa, bu ekibin rotasının nereye yöneleceğini kestirmek güç olmaz.
Galatasaray’a karşı, 2-0 geriye düşüp, hem de 10 kişi oynarken beraberliği kurtarmak hiç kolay değil. Antalyaspor mücadelesi ise sarı-lacivertliler için final gibiydi. Geride kalan sezonki maç dönüşünde yaşanan elim kaza sonucu hayatını kaybeden iki genç taraftarın anısına, bir kez daha kazanabilseler, hem çok önemli bir adım atmış olacaklar hem de camianın umutlarını daha da büyüteceklerdi ama olmadı. Şartları göz önünde tuttuğumuzda, beraberliğin de çok iyi sonuç olduğunu kabul etmeliyiz. En azından, rakipleri arasında yer alan Antalyaspor ile olan puan farkını korudular.
İki maçın ortak özelliği, A.Gücü’nün yenik duruma düştükten sonra, sonuca verdiği tepki ve isyanıydı. Sarı-lacivertliler, beraberlik gollerini, uzatma anlarında attı. Bu, mücadeleyi sonuna kadar inatla sürdürme, teslim olmama, oyuna asılma adına, kesinlikle övgüyü hak ediyor. Aynı zamanda, bundan sonraki süreçte, “Yenik duruma düştük ancak biz bunun altından kalkabilecek güce ve dirence sahibiz. Bunu, önceki maçlarda gösterdik, yeniden yapabiliriz” inancını takıma kazandırması ve bunu canlı tutması açısından çok kıymetli.
YÜREKLERDE AYNI HEYECAN
Alınan puanlar, belki sıralamayı fazla değiştirmedi ama çok daha fazlasını kazandırdı. Sahadaki; azim, hırs, özveri ve dayanışma, teknik ekip ile oyuncu grubu kadar, başkan ve yönetimin, özellikle de taraftarın moral motivasyonunu yükseltti. Herkesin, geleceğe ümitle bakmasını sağladı. Büyük çınarın etrafında toplanıp, omuz omuza, sırt sırta verme duygusunu pekiştirdi. Ankaragücü, geçmişte yaşadığı benzer zorlukları, birlik ve beraberlik içinde hareket ederek aşmıştı. Yürekler, kulübün ayakta kalması için bir kaz daha aynı heyecanı taşıyor.
Devrenin son haftasında oynanacak Denizlispor karşılaşması, çok kritik ve mutlak kazanılmalı. Çünkü, alınacak üç puan ikinci yarı öncesinde, tüm camia için can suyu gibi olur. Ancak, asıl konu devre arasında transfer tahtasının açılıp açılmayacağı. Kaynak bulmak için yönetim büyük bir çaba harcıyor. Antalyaspor maçı kadrosunun yedek listesinde 6 genç isim vardı. Bu tablo, Ankaragücü’nün içinde bulunduğu durumun zorluğunu net şekilde ortaya koyuyor. Elbette, gençler için bu bir şans. Onlar bu şansı iyi değerlendirmek zorunda ve kendilerini bir anlamda parçalamalı. Ancak, oyuna müdahale ve hamle anlamında, teknik ekibin eli zayıf kalıyor. Kadronun acilen güçlendirilmesi gerek. Teknik Direktör Mustafa Kaplan’ın elinde, çok düşük maliyetle gelip, önemli katkılar verecek isim listesi mutlaka mevcuttur.