Paylaş
Öğretmen Akademisi Vakfı’nın eğitime bakış açısı çok farklı.
Vakfın öğretmenleriyle bir gün geçirdim ve öğretmenlere bir konuşma yaptım.
Farklılığı bizzat gözlemledim.
Kuru bilgi aktarımına ve klasik seminerlere inanmıyorlar. Öğretmenler bizzat sürecin içine dahil edilerek ve yaşayarak eğitimi özümsüyor; tartışma, paylaşım, vaka incelemeleri yapıyor. Klasik eğitimlerde olduğu gibi hadi sen anlat ben dinleyeyim yok!
Hizmetici eğitimin doğasını değiştiriyorlar ve örnek oluyorlar. Bu sebeple bu projeyi ülkenin geleceği için çok önemsiyorum.
Öğretmenini anlat!
Vakıf, projelerine güzel bir proje daha ekledi. Projenin adı ‘ Öğretmenini Anlat.’
( http://www.ogretmeninianlat.com )
Hepimizin hayatında fark yaratan öğretmenler vardır. Vakıf, bu öğretmenleri bulup, onları farklı kılan özellikleri keşfetmek istiyor. Şüphesiz bu proje, eğitime büyük katkı sağlayacak.
Ben de fark yaratan kendi öğretmenimi anlatarak katkıda bulunmak istiyorum.
Buyurun.
Benim Öğretmenim!
Antalya’nın kenar mahallerinin bir tanesinde tek bir binadan oluşan bir devlet okulunda öğrenciydim. Orta üçte iken (şimdinin 8. sınıfı) okula yeni bir İngilizce öğretmeni geldi.
İlk gün sınıfa girdi ve kapıda “Herkes dik dursun, ellerini sıranın üstünden çeksin ve uğultuyu kessin” dedi.
Bir dakika kadar bekledi. Masasına yürürken, sınıfa bakmadan ‘Oturun!’ dedi.
Sonra bize döndü: ‘Bugün ne yapacağız biliyor musunuz?’ dedi.
Bizden ses çıkmadı.
‘Bugün çay içeceğiz, daha doğrusu ben içeceğim, siz bakacaksınız’ dedi.
Bir arkadaşımız çay getirdi, çayı içmeye başladı.
‘Söyleyin bakalım ben ne yapıyorum?’ demesiyle, şaşkınlık içerisinde biz ‘Çay içiyorsunuz’ dedik.
Dersimizin ingilizce olduğunu hatırlattı .
Biz “ögretmenimiz çay içiyor” diyemedik İngilizce.
(Hatırlatırım 8. sınıftayız. İngilizce eğitiminin halini bir düşünün!)
‘Buraya kadar yaptıklarımızı anlatın’ dedi. Yine ses yok.
Sessizce çayını bitirdi.
“Evet. Hepiniz bir bardak çayda boğuldunuz!” dedi ve çıktı.
İngilizcenin amacı
O ana kadar ben İngilizce’yi sadece ezberlenmesi ve not alınması gereken bir ders olarak görüyordum. Aslında İngilizce, iletişim için vardı ve öğretmenimiz bunu göstermişti. Bu arada kendine has yöntemi ile seviyemizi de ölçmüş ve muhtemelen bir sonraki adımı düşünmüştü.
İkinci ders
Öğretmenimiz, ikinci derse yine aynı şekilde girdi ve ‘Başkan gelsin’ dedi.
Başkandan, herkesten para toplamasını istedi.
(Ne kadar olduğunu hatırlamıyorum ama bugünün parası ile 20 TL civarıdır diye düşünüyorum.)
‘Yarışma yapacağız, kazanan bütün parayı alacak’ dedi. Yarışma da şuydu: Herkes mümkün olduğu kadar çok İngilizce cümle ve kelime ezberleyecek, sonra ikişer ikişer tahtaya çıkacağız ve birbirimize soru soracağız.
Bu yarışma, bir dönemden fazla devam etti.
Çalışma başladı
Eve gittim, baktım ve evde İngilizceye dair hiçbir şey yok. ‘Ben nasıl İngilizce öğreniyorum, evde bir şey yok?’ dedim kendi kendime. Hemen mahallede İngilizce bilenleri aramaya koyuldum. İngilizce kitaplarını topladım. Cümleler yazıp ezberliyordum.
Etrafımda İngilizce bilenlere İngilizce sorular yazdırıyor, anlamlarını soruyordum.
Sonra babamdan bana, İngilizce şarkılar bulmasını istedim . Dinleyip, sözlerini yazmaya başladım. Ezberledim. (Tabii o zamanlar internet yok.)
O sıralar bir gazete, İngilizce ansiklopedi veriyordu. Kuponları biriktirdim onları da aldım. Harıl harıl çalışıyordum.
Evde başka İngilizce bilen olmadığı için, anneme veriyordum. ‘Anne, ben bunu söyleyeceğim, sen de bunu söyleyeceksin’ diye talimatlar veriyordum.
Kadıncağıza bilmediği şeyleri söyletiyordum. Hatta uykumda dahi İngilizce konuşuyormuşum. Annem söylüyor.
Okulda heyecan
Okulda bizi bir heyecan aldı. Şimdi düşünüyorum da öğretmenimiz ilk söylediğinde ‘Büyük para!’ dediğimi hatırlıyorum ama kısa sürede durum değişmişti.
Bizde bir tutku, bir heyecan oluştu. Ders öyle bir hal aldı ki herkes yarışmayı unuttu. Hepimiz teneffüslerde sürekli birbirimize yeni öğrendiğimiz cümleleri ve kelimeleri soruyorduk.
İlk başta ezberlediğimiz şeylerin anlamını çok da bilmiyorduk ama kısa bir süre sonra farkettik ki aynı cümleler ve yapılar sürekli karşımıza çıkıyor, bağlantılar kuruyoruz ve öğreniyoruz.
Dönem sonu
Dönem sonu geldi ve öğretmenimiz “Evet! Başkan gel, paraları dağıt. Herkes kazandı” dedi. Zaten biz kazananın olmayacağını çoktan anlamıştık.
Öğretmenimizin sert yapısı çoktan gitmişti. Öğrenmenin ve başarının zevkini tatmış sınıfa bakarak ve tebessümle ‘öğretmeninize bir çay getirin bakalım gençler’ dedi.
Çay geldi. Biz durur muyuz? Bütün olayı İngilizce anlattık.
Bende oluşan bu öğrenme tutkusu bütün kariyerimi belirlemişti. Ben de eğitimci olmaya çoktan karar vermiştim.
Düşününce
Şimdi düşünüyorum da öğretmenimiz bize hiçbir şey öğretmedi. Ama biz çok şey öğrendik. Yıllar sonra kendisine sorduğumda bütün yılın derslerini nasıl bilinçli bir şekilde tek te tasarladığını anlattı. Hayran kaldım.
Artık anlamıştım.
Öğrenmek, öğretmekten ibaret değildir. Öğretmenlik, bir heyecan bir tutku yaratmaktır. Bir kıvılcım yakmaktır. Öğrenmenin zevkini tattırmaktır.
Öğretmenlik devlet okulunda 50 kişilik sınıflarda okuyan öğrencilere inanmaktır.
Fark yaratmaktır.
Teşekkürler Şükrü Adak öğretmenim.
Teşekkürler Şükrü Adak gibi binlerce öğretmen!
Not: Yazılarımdan ya da seminerlerimden benim takip edenler yarışmaya ve ödüle karşı olduğumu bilirler. Şükrü öğretmenim de yarışma yaptı ama etkili oldu. Ama burada başka bir süreç var. Yazıyı daha da uzatmamak için detaya girmedim. İlgilenenler eposta ya da facebook yoluyla bana ulaşabilir.
http://www.facebook.com/bolatozgur
Paylaş