Paylaş
Aynı şekilde eğitimcileri de ikiye ayırıyorum: ders için öğretenler ve gerçek hayat için öğretenler.
Çocukların yaptıkları ödevlere bakın, gerçek hayatla uzaktan yakından ilgisi yok.
Çocukları tek yaptığı internette gereksiz araştırmalar.
Zaten çoğu ödevi de veliler yapıyor.
Okullardaki her ders, her proje ve her ödev gerçek hayattaki bir problemi çözmeli.
Bunun için öğrenme şu şekilde baştan tasarlanmalı.
Ödev çocuk için anlamlı olmalı
Yaz tatili dönüşlerinde Türkçe öğretmenlerimiz tatilde ne yaptığımızı yazdırırdı.
Neden yazayım?
Üniversiteler de dahil İngilizce öğretmenleri sürekli boşluk doldurtturur. ‘Fill in the blanks’ sendromu.
Neden doldurayım?
Biyoloji dersinde öğretmenler kasaptan ciğer getirin, derdi.
Neden getireyim?
Ciğerin benim için tek anlamı, tadı.
Çocuk her dersi, ödevi ve projeyi sahiplenmeli. Bunun için de ödevi anlamlı bulmalı.
Bakın! Bütün vakıflar, vakfın amacını anlamlı bulan kişiler tarafından kurulmuştur.
Kanserliler ile ilgili vakıflar kanseri yaşamış kişiler veya görme engelliler ile ilgili vakıfları görme engelliler kurmuştur. Projeler de bu şekilde hayat bulmalı.
Ödevin tek doğru yanıtı veya çözümü olmamalı
Orta okulda fen derslerinde deney yapardık. Öğretmen ne yapacağımız tek tek söylerdi. Biz de yapardık. Sonra da “Herkesin balonu şişti mi?” diye sorardı.
Evet “Şişti” derdik. “İşte genleşme bu” derdi. Sonuç belli. Yol belli.
Gerçek hayat böyle değil. Tek doğru yok.
Çocuklar ne yapıyorsa sonucu bilmeden yapmalı. Kendi soruları olmalı ve sorularına yanıt bulmak için deney ve proje tasarlamalı.
“Burada yapılmışı var” sendorumundan kurtarmalıyız eğitimi.
O alanın uzmanları tarafından kullanılan yöntemler kullanılmalı
Çocuklar projeleri ve ödevleri internetten araştırma yaparak yapmamalı. Hiç bir tarihçi, biyolog ya da kimyacı böyle yapmaz.
Kendi yöntemleri vardır.
Tarihçi birincil kaynakları inceler.
Biyolog ve kimyacı kendi deneyini tasarlar.
Çocuklar da bu şekilde eğitim görmeli.
Gerçek bir ürün çıkmalı
Düşünün ki bir reklamcıya gidiyorsunuz, reklamcı, “Ben çok iyiyim” diyor.
“Yaptığınız bir kaç reklam gösterir misiniz?” diyorsunuz. O da “Ben reklamla ilgili her şeyi biliyorum. İsterseniz sorun ama hiç reklam yapmadım” diyor.
Bir cerrah “Ben hiç ameliyat yapmadım” diyor.
Ne düşünürsünüz? İşte okullardaki eğitim de aynen böyle.
Çocuklar çok şey biliyor, ama bilgileri ile hiç bir şey yapamıyor.
Ürünün gerçek bir alıcısı olmalı
İşte asıl can alıcı nokta bu. Çocuğun yaptığı her ürünün bir alıcısı ya da kullanıcısı olmalı.
Reklamcı size “100 tane reklam yaptım” diyor. Siz de “”Ohh süper. Hangi reklamlar?” diye soruyorsunuz.
Reklamcı da “ama kimse almadı” diyor.
Bir gazateci “Biz gazete çıkartıyoruz” diyor. Siz de “Tirajı kaç?” diye soruyorsunuz.
“Aaaa hiç satamadım” diyor.
Bu nasıl kabul görmüyorsa, çocukların yaptığı ama alıcısı ya da kullanıcısı olmayan ürünlerin de bir anlamı yok.
Ancak eğitim bu şekilde tasarlanırsa, o zaman gerçek öğrenme gerçekleşir.
O zaman 21. Yüzyıl için hazır oluruz.
Not: Tartışmalara katılmak ve yorumlar için www.facebook.com/bolatozgur adresindeyim
Paylaş