Paylaş
Yedi yıl önce, oğlum Kemal’e hamileyken 12 senelik profesyonel hukuk kariyerime ara verdim. Oğlum doğduğunda ona ben bakmak istedim. İlk gülümsemesini görmek, ilk adımında yanında olmak, ilk sözcüğünü onun ağzından duymak... Bu özel anları kaçırsaydım üzülürdüm. Onları kaçırmayayım diye hayatımdan pek çok başka şeyi kaçırdığım doğru ama pişman değilim.
Anneliği tecrübe ettiğim yıllarda oğlum beni “Bu en iyisiydi” dediğim kişisel gelişim eğitimlerini bile geride bırakacak şekilde tamamen değiştirdi, doğrularımı altüst etti, köşelerimi törpüledi.
Sayesinde daha sabırlı bir insan oldum. Yoksa insan aynı soruya 100 kere cevap verebilir, aynı şarkıyı 25 kere art arda dinleyebilir veya aynı kitabı 40 gün boyunca her akşam yatmadan önce tekrar tekrar okuyabilir mi?
Gizli yeteneklerimi keşfettim, şan veya tiyatro eğitimim olmasa da süper ninni söylüyor, kitapları dramatize ederek canlandırıyor, aslandan fareye tüm hayvanları taklit edebiliyorum. Birileri bu hallerimi izlese muhtemelen “Deli bu kadın” der ama takmıyorum.
Alnımdaki kırışıklıkların yaşlanmamla ilgisi yok aslında: Topluluk içinde kaş ve göz oynatarak, çeşitli beden hareketleri yaparak oğlumun o yer ve zamana uygun olmadığını düşündüğüm davranışlarını engelleyebilecek özel bir dil bile geliştirdim.
Brawl Stars ve Marvel karakterlerinin isimlerini, özel güçlerini ezbere biliyorum. Legolardan sanat eserleri, oyun hamurundan yepyeni bir dünya yaratmakta üstüme yok ya da ben öyle zannediyorum.
Pandemi boyunca aynı anda üç çeşit yemek yapıp evi süpürebiliyor, bir yandan da uzaktan eğitime dahil olup akrep ve yelkovanın hareketlerini ya da geometrik şekilleri el kol hareketlerimle oğluma anlatabiliyorum.
Tüm işimin gücümün arasında oğlum evden çıkamıyor, arkadaşlarını ve okulunu özledi diye ne zaman istese ona vakit yaratıp çöpten adam çizmekten ileri gitmeyen sanat yeteneğimi konuşturuyor, evde biriken tuvalet kâğıdı rulolarından yakında bir sergi açabilecek kadar eser üretiyorum.
Oğlumdan çok şey öğrendiğimi de söylemem gerek. O büyüyüp hayatı keşfederken ben de her gün gördüğüm şeylerin aslında ne kadar farklı ya da önemsiz gibi gördüklerimin ne kadar önemli olduğunun farkına varıyorum. Mesela kaplumbağaların neden yavaş yürüdüğünü biliyor musunuz? Çünkü sırtlarında taşıdıkları evleri eşyalarla dolu ve ağır... Ya da yunusların altı metreye kadar yükselerek denize kendilerini bıraktıklarını, hiç uyumadan yaşayabildiklerini?
Tüm bu saydıklarıma bakınca anneliğimi, daha doğrusu annelik kavramını jonglörlüğe benzetiyorum. Bir gün içinde hem işe hem eve yetişmeye çalışırken eş, evlat ve anne olmayı, tüm bunların yanında sosyal kalmayı, bakımlı görünmeyi, kendimize yetebilmeyi de becermeye çalışıyoruz. Elbette hepsine birden yetişemediğimiz, kendimizi başkalarıyla kıyasladığımız ya da eksik hissettiğimiz zamanlar da oluyor. Unutmamak lazım ki hiçbirimiz süper kahraman değiliz. Yoksa öyle miyiz?
Korona günlerinde iki aydır evden mümkün olduğunca çıkmıyoruz. Öncesinde annem haftada iki-üç kere bize gelir, hem oğlumun sevdiği yemekleri yapar hem de eşimle dışarı sinemaya, tiyatroya ya da arkadaş buluşmasına gittiğimizde oğlumla ilgilenirdi. Şimdiyse 65 yaşında olduğu için o da evinden çıkmıyor. Bazen her gün, bazen günaşırı telefonla konuşuyoruz. İki aydır torun hasretiyle evinde, her telefon görüşmemizde gözleri dolu. “Sütlaç için sütü ne kadar kaynatacaktık?” ya da “Sinek ısırığına ne sürüyorduk?” diyerek sık sık arıyorum. Bu dönemde hayatımda kapladığı yeri, ilişkimizi, ondan hâlâ ne kadar çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Korona günlerinde sanırım en çok annemi özledim.
Evde kaldığımız ve ev işlerinde destek alamadığımız için ev işleri ve yemek bizde. Annem, gençken ütü yapmak ya da yemek pişirmek konusunda isteksiz olduğum için bana hep “Öğren ama yapma, nasıl yapıldığını bilmezsen başkasına da anlatıp yapmasını isteyemezsin” derdi. Şimdi bolca yeni tarif denesem de ekmekten revaniye annemden öğrendiğim mutfak pratiğimin faydasını görüyorum.
Evde kaldığımız bu süreçte eşim bana destek olmuyor, biz işbölümü yapıyoruz. İki çalışan insan olarak evle ilgili her şeyi annenin yapmasını beklemek haksızlık değil mi? Bu sebeple aslında onu böyle yetiştirdiği, “Ev işi kadın işi” demeyerek büyüttüğü için kayınvalidem de kocaman bir teşekkürü hak ediyor.
Ayrıca bizler evdeyken, kendi çocuklarını evde bırakarak sağlık kurumlarında gece gündüz demeden başka anneleri sağlığına kavuşturmak için çalışan anne sağlık görevlilerine de kalpten teşekkür ediyorum.
İnsan aynı soruya 100 kere cevap verebilir, aynı şarkıyı 25 kere art arda dinleyebilir veya aynı kitabı 40 gün boyunca her akşam yatmadan önce tekrar tekrar okuyabilir mi?
Paylaş