EDEBİYATTA değişmez bir ölçütüm vardır: “Kübalı Sotomayor 2 metre 40 santim yüksek atlamışsa, senin 2 metre 12 santim ile Ortadoğu ve Balkanlar’ın en iyi yüksek atlayıcısı olmanın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur!”
Bu ölçü her alanda, uygarlıkta, bilimde, sanatta, siyasette, ekonomide, tarımda da geçerlidir. Dayanaksız ve belgesiz atmalar ve iddialar beni kışkırtır. Bunları hemen evren ve dünya terazisinde tartarım. ÜÇGENİN İÇ AÇILARININ TOPLAMI Sorbonne (1227), Oxford (1133), Cambridge (1284) üniversiteleri kuruluş tarihlerine göre Osmanlı Devleti’nden biraz daha yaşlı. Muhteşem Süleyman ünlü mektubunu I. François’ya yazdığı günlerde bu üç teoloji okulu gerçek üniversiteye dönüşmeye başlamıştı bile. İmam-ı Gazali (1058-1111) İslam dünyasına içtihat kapılarını kapatırken bu üç üniversite bilimsel özgür düşünceye, tartışma ve eleştiriye kapılarını açıyordu. “Ne olacak bizim halimiz?” diye can havliyle derdine çare arayan Osmanlı, sonunda, 1795 yılında Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn’u ve 1782 yılında da Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn’u kurdu. Kadim dostum Murat Katoğlu’nun haftalık Kadıköy Gazetesi’nde (21-27 Ocak 2011) yazdığına göre: Mühendishane’ye getirtilen yabancı hocalardan biri bir üçgenin iç açılarının toplamının ne olduğunu sorunca, bütün öğrenciler “Üçgenine göre değişir!” yanıtını vermişler. Doğaldır, çünkü Osmanlı memleketinde o yıllarda ortaöğretim düzeyinde geometri öğretilmemekteydi. Öğrencilerin Pisagor’un (Pythagoras, M.Ö. 580-500) 2300 yıl önce bulduğu hesabı bilmemeleri çok doğaldı. Cumhuriyet bize bir üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olduğunu ortaokulda öğretmişti. Karşılaştırma yaptığım için suç bende mi? HARİTALARI HELAYA ATAN OKULLAR Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in “Bir Zamanlar İstanbul” (Tercüman, 1001 Temel Eser) adlı çok eğlendirici bir kitabı var, oradan aktarıyorum: “Rusların Akdeniz’e donanma göndereceklerine dair Fransızlar tarafından verilen haber üzerine Baltık Denizi’nden donanmanın gelebileceğine akıl erdiremeyen devlet erkânı Rus donanması uçup mu Akdeniz’e gelecek diye inanmamışlar, Çeşme limanında Osmanlı donanmasının yakılmasından sonra akılları başlarına gelerek hayret etmişlerdir.” (s. 20) “1826 muharebesi yenilgisinden sonra Edirne’ye gönderilen murahhaslarımıza Rusya murahhaslarının harita üzerinde gösterdikleri yerleri bizimkilerin tayin edememeleri üzerine Fransa ile Avusturya elçilerine başvurulmuş, bu murahhasların tazminat konusunda ileri sürdükleri bir milyonu, bir yük yani yüz bin sanarak kabul etmişler.” (s. 20) Cevdet Tarihi’ne göre, Osmanlı döneminde memleketin coğrafyasını bilmeyen devlet adamları karaltıya kubur sıkmaktadır. 1875 yılında, günah olduğu gerekçesi ile okullardaki haritalar helaya atılmıştır. (s. 21) Böyle şeyler yazdığım için Osmanlı’nın ve halkın değerlerinin(!) düşmanı oluyormuşum. Söyleyin, suç bende mi? Ben Pythagoras’ın eşek davasını (teoremini) öğretmeye çalışıyorum.