BÜYÜK ressam, rahmetli Orhan Peker, “Akademi bozar” derdi. Yani Güzel Sanatlar Akademisi. Fransa’daki karşılığı ile “Ecole des Beaux Arts” (Güzel Sanatlar Okulu). “Bô:zar”ı “Bozar” diye söyleyerek dalgasını geçerdi. Yıl 1969-70 falan.
Ben de “Televizyon da bozar!” diye eklerdim. O yıllarda, yapımcı sıfatıyla çalışan yaşları 24-25 dolaylarında kızlar, telefon ettikleri bakanlar ve müsteşarlarla kolayca konuşabildikleri için, kerametin kendilerinde olduğunu sanırlardı. Televizyonun gücünün kendilerine ait olduğu yanılsamasına kapılırlardı. Yaşları 30’dan genç erkek yapımcılara, kendilerinin değil, TRT’nin özerk olduğunu bir türlü anlatamazdık. Onlara göre, TRT özerk ise kendileri de özerkti. O günleri Uğur Dündar ile Melih Aşık çok iyi anımsar. TEPEDEN TIRNAĞA YANLIŞ TRT’ye sınavla giren ve özel kurs görüp sınavdan geçerek çalışma hakkı kazanan yapımcılar ve yönetmenler yayın ilkelerini, etiğini zamanla çok iyi öğrenmişlerdi. TRT televizyonundan ayrıldıktan sonra, bunların hiçbirine özel televizyonlarda yer ve şans verilmedi. En işe yaramazlar özel televizyonlarda söz sahibi oldu. Gene, 12 Mart, Milli Cephe Hükümetleri, 12 Eylül ve sonrasında TRT’ye yandaşlar ve militanlar dolduruldu. “Televizyon” bozar. Elbette “bô:zar” değildir. Yozlaşarak, yozlaştırarak bireyi ve toplumu bozar ve bozulur. Oysa kurulurken amaç olumlu anlamda kamuoyu oluşturmak, bir sigara kâğıdı kalınlığında bile olsa popüler kültürün üzerinde yayıncılık yapmaktı. Özel televizyonların kurulmasıyla her şey tersine döndü. Türk televizyonları, dünyada benzeri görülmedik şekilde, sermaye ve hükümetin denetimi altına girdiler. “Zevk” ve “zekâ” sayfalarında yozlaştıkça yozlaştılar ve yozlaşma hızla sürmekte. Ama bundan da beteri var: Geçen hafta, bir haber kanalında müthiş bir yayıncılık skandalı oldu. Üç politikacı ile üç gazeteci bir araya getirilmişler, televizyonun bir kadrolu elemanı yönetiminde “Ne olacak bu TBMM’nin hali”ni tartışıyorlardı. Gazeteciler, hükümeti militanca seven, lejyoner gibi savunan “engaje” türdendi. Tepeden tırnağa yanlış bir programdı: Televizyonu yönetenler, gazeteciler ve politikacılar “televizyon” nedir bilmiyorlardı. Bu yüzden kavga çıktı ve skandal oldu. GAZETECİ SORU SORAR Bir gazete yazarı, sütununda (yönetimin çizdiği sınırlar içinde) dilediğini dilediği gibi eleştirebilir. Meclis’te yemin etmeyen CHP’yi yerden yere vurabilir. Sadece gazetecilerin katıldığı bir televizyon açıkoturum programında, meslektaşlarına karşı, bu görüşlerini savunabilir. Ama bir politikacı ile karşı karşıya geldiği zaman sadece kendi mesleğini yapar ve büyük bir özgürlük içinde dilediği soruyu sorar. Ama iktidar karşısında pısıp muhalefete horozlaşmaz. Politikacıyı suçlamaz, itham etmez; tarafsız ve yansız görünmek zorundadır. Çünkü politikacının karşısına tartışmak için değil, soru sormak için çıkarılmıştır. Sözünü ettiğim programda, program yöneticisi de, katılanlar da bu ilkeyi bilmiyorlardı. Günümüzde, özellikle haber televizyonlarında, yapımcılığın ve yayıncılığın temel ilkeleri ne yazık ki bilinmiyor. Bir televizyon canlı yayınında, aşırı yorum yapıp hüküm veren, bir politikacıyla tartışma ve atışmaya giren bir gazeteci, evrensel koşullarda, gazetesinde barındırılmaz. Özel amaçla gönderilmemişse eğer! Söz konusu programı yöneten televizyon çalışanı da görevinde kalamaz. Aynı durum siyasetçi için de söz konusu: Bir gazeteci size televizyonda ancak soru sorabilir! Siz de soruyu yanıtlarsınız. Bu ilkeyi unutmayın, gazetecilerle karma programlara çıkmayın!