Bu cümle, inançlara saygılı olmayan laikliğin de olabileceğini kabul etmektir. Aslında laiklik ikisini de umursamaz. Din ve inanç “kendileri için” kaldıkları sürece laiklik onların varlığını bile hissetmez. Ama toplumsal hayatı ele geçirmek istedikleri zaman, bireyi ve toplumu onlara karşı korur. İsterseniz şöyle bir benzetme yapalım: Laiklik bir kale surudur, duvarıdır. Olduğu yerde durur ve kalenin içini korur. İçeri girip egemen olmak isteyen bir dine ve bir inanca izin vermez. Çünkü içeride her bireyin ve inancın eşit olduğu bir kamusal alan vardır. Yaptığım tanım laikliğin en yalın, en doğru, en tarafsız tanımıdır. * * * CHP Genel Başkanı geçenlerde “Biz siyasete karışmayan tarikatlara saygılıyız!” dedi. Ve laf değirmencilerine fırsat çıktı. Bol bol boş laf öğüttüler. Kılıçdaroğlu, bir CHP’li tarikatları (iki kez çoğul oluyor ya neyse) karaladığı için söylemiş bu cümleyi. Kılıçdaroğlu tarikatlardan haklı olarak korktuğu için söylemiş olmalı. Koskoca CHP tarikatlardan korkuyor! Korkmalı zaten! Bu korku, Anayasa’nın 174. maddesinin koruduğu 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”un çıkarılmasının ne kadar haklı ve doğru olduğunu göstermektedir. Bilindiği gibi, Şeyh Said isyanı dolayısıyla çıkarılan bu yasa bütün tarikatları yasaklamaktaydı. Enver Behnan Şapolyo’nun “Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi”nde (Elif Kitabevi) yazdığına göre sadece İstanbul’da 450 tekke vardı. Aynı kaynağa göre İslam âleminde 166 adet tarikat varmış. Bu 166 tarikatın büyük bir çoğunluğu büyük bir olasılıkla Anadolu’da kazan kaynatmaktaydı. Cumhuriyet bunları yasaklamasaydı devrimleri kesinlikle gerçekleştiremezdi. * * * “Yasakladı de ne oldu, tarikatlar yeraltına kaydı, zamanı gelince (şimdi yani) ortaya çıktı!” diyorlar. Dedikleri doğru! Ama yasaklanıp kapatılmasalardı devrimlere engel olurlardı, ayaklanmalar olurdu, iç savaş çıkardı. Tarikatlar 1950’ye kadar ağır baskı altındaydı. 1950-1975 arasında iktidara gelenler durumu idare ettiler. Daha sonra önleri açıldı. 1925-1975 yılları arasında, sindirebildikleri kadar Cumhuriyet’i içlerine sindirdiler, sekülerleştikleri kadar sekülerleştiler. Yoksa hepsi Hizbullah gibi olurdu. İddia edildiği gibi tarikatlar bir sivil toplum örgütü değildir, demokratik toplum örgütü hiç değildir. Şeyhleri, STÖ’lerde olduğu gibi seçimle başa gelmez. Mürit özgür ve bireysel iradesine sahip değildir. Yani tarikat müridi özgür iradeli bağımsız bir seçmen değildir. Olamaz. Tarikatlar ve müritleri en fazla Anglosakson türünden sekülerleşmeyi kabul edebilirler ama Cumhuriyet laikliğinin kesinlikle karşısındadırlar. Bu kimlikleri içinde tarikatların tamamı, laik ve demokratik cumhuriyet düzeni için tehlike kaynaklarıdır. Taşlaşmış statükoyu temsil ederler. Bu özelliklere sahip tarikatlara saygı duymak en azından siyasal saflık olur. İki anlamda da!