ON kadarının adı bilinir, bazıları gazetecilerde, kitapçılarda vitrine konur ama Türkiye’de 500 kadar edebiyat ve şiir dergisi yayınlanır.
Nasıl yayınlanır? Onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Harçlıklar toplanarak, giyim ve kuşamdan keserek, imece ile? Daha başka, akla gelmeyecek yöntemleri de vardır. Ama sonuçta yayınlanırlar, dağıtılırlar, okunurlar. Türkiye’nin düşünce, edebiyat ve sanatına büyük katkılarda bulunurlar. Her yıl çoğu batar ama yerleri hemen doldurulur. Bugün bunlardan birinden ve yaptığı bir işten söz edeceğim. SANSÜRSÜZ MESNEVİ “ŞiirSaati”, Alanya’da, üç ayda bir yayınlanıyor. Ocak-şubat-mart sayısı “Şiirde Argo ve Müstehcenlik”e ayrılmış. Bu konuda altı yazı var, dördünün yazarı kadın. Cesur yazılar. Ama ben onların yazısından değil, Haşim Hüsrevşahi’nin “Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde Müstehcenlik”inden söz edeceğim. Şimdi, “Höst! Kutsal Mesnevi’de müstehcenlik mi olur?” diye çıkışan olabilir mi? Olur, olur! Haşim Hüsrevşahi, Farsçadan Türkçeye çeviri yapan önemli bir çevirmen. İran Tebriz doğumlu. Tıp doktoru, Türkiye’de yaşıyor. Özetle: Mevlânâ’nın (1207-1273) Mesnevi’sinin Türkçeye sansürlenerek çevrildiğini ileri sürüyor. Kendisinin sözcük sözcük yaptığı çeviriye bakılırsa, gerçekten bir sansür söz konusu. Çünkü Mevlânâ, mesellerinde, kıssadan hisse öykülerinde çoğu zaman tensel aşktan, cinsel ilişkiden (kadın-erkek, erkek-erkek) yola çıkıyor. Cinsel organların adını, cinsel eylemin türünü ve sürecini adıyla-sanıyla yazıyor. Oduna odun, baltaya balta diyor: “O halife içtima istedi / cima için o kadına gitti / Onu çağırdı ve zekerini kaldırdı / yatıp kalkarak sevdi”. Velet İzbudak-Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1990 yılında yayınlanan Mesnevi’nin 5. cilt, 320. sayfasında bu beyiti şöyle çevirmiş: “Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. Onu andı, aletini kaldırdı.” İNSANLAR DAHA ÖZGÜRDÜ Sorun şu: Çağdaş çevirmenler eski metinleri çevirirken neden sakınımlı davranıyorlar, metne sansür uyguluyorlar. Oysa vakti zamanında Mesnevi, saraylarda, dergâhlarda, medreselerde Farsça özgün halinde okutulmuş, tartışılmış. Örneğin, daha önce adını sık sık andığım Muhammed Bin Hamza’nın XV. yüzyılın başlarında yaptığı Kuran çevirisinde özgün metinde geçen sözcüklerin Türkçe anlamlarını aynen kullanması, “ferc”i “ferc” olarak çevirmesi gibi. Neden? Nedeni şu: Mevlânâ ve Muhammed Bin Hamza döneminde insanlar günümüze göre çok daha özgür düşünceli ve hoşgörülü idi. Okuryazarlar arasında olduğu kadar halk arasında da (belki de tersi) geniş bir doğalcılık (natüralizm) egemendi. EDEPLİ BİR ÖRNEK Bitirmeden edepli bir örnek (Mesnevi, c. 2, s. 179): [Seyyid-i Ecel, bir gece Delkak’a “Hemencik bir orospu neden aldın? / Bunu bana söylemeliydin. Sana namuslu bir kız alırdık” dedi. / Delkak, “Dokuz tane namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu. Derdimden eridim bittim. / Bunun üzerine bu hiçbir işe yaramaz orospuyu aldım. Görelim, bakalım, bunun sonu ne olacak. / Ben, birçok defalar aklı sınadım. Bundan sonra bir tarla arıyacak, oraya delilik tohumu saçacağım!] Mevlânâ’nın meselleri bazen bana çocukça gelir!