MEMET Fuat “Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi”nin (Adam Yay.) giriş bölümünde benimle ilgili olarak şunları yazar:
“Özdemir İnce ilk kitaplarını 1960’larda İkinci Yeni akımının coşkulu günleri geçtikten sonra yayımlamıştı. Batı şiiriyle ilişkileri, siyasal etkinliklerin hızlandığı bu dönemde aşırılıklara düşmesini önledi. Şiirde toplumsal sorunlara yönelmenin belli bir anlayışa bağlanamayacağını biliyordu. Onun için de, düşünce dünyasındaki gelişmeler, şiirinde bir uçtan öbür uca savrulmasına neden olmadı” (Cilt 1. s. 49). Antolojinin 2.cildinde şair Özdemir İnce’yi tanımlarken de aynı bakışı sürdürür: “Şiire İkinci Yeni anlayışının en etkili olduğu günlerde başlamıştı. Ama bu anlayışa kaynaklık eden Fransız şiirinin gelişmelerini biliyor, Fransız şairlerini çevirilerinden değil, asıllarından okuyordu. Onun için de, 1960’ların sonlarına doğru Türkiye’de toplumsalcı şiir ağırlık kazanınca, bu yola girebilmek için, şiirini bütünüyle değiştirmek gereğini duymadı.” (Cilt 2, s. 845) SOLU FABRİKADA YAŞADIM Ben solla, kimileri gibi, kolej sıralarında kitaplar aracılığı ile buluşmadım. Sınıflar ve bireyler arasındaki eşitsizliği, insanın insanı sömürüsünü kitaplardan öğrenmedim. Gündelik hayatta yaşadım, iplik ve dokuma fabrikasının banko ve kelep tezgahlarında bizzat yaşadım. Babamın yanında, işçilerin “Sanduka” dedikleri işçi sendikasının ne anlama geldiğini öğrendim. Bu nedenle Marx’ı, Engels’i okurken hiç şaşırmadım. Benim hayattan öğrendiklerimi bilgece yazıyorlardı. 1960’tan sonra kitapları Fransızca’dan okumaya başladım. Louis Althusser’le 1966’da tanıştım. Gene şaşırmadım. EYLEMCİ-DEVRİMCİ OLMADIM 1965’te Paris’te Güney Amerikalı devrimcilerin, İspanyol sürgünlerin arasına düştüm. 1966’da peşlerine takılıp Güney Amerika’ya gidebilirdim. Maceracı değildim ve kesinlikle kahraman olmak gibi bir tutkum yoktu. Bir “eylemci-devrimci”de olması gereken özelliklerin çoğu yoktu bende. Anlamış ve karar vermiştim. Öte yandan emir almaktan ve emir vermekten hoşlanmıyordum. Bunu ve bunları anladığım zaman içim rahatladı, kendimle barıştım. Kimse benim önderim ol(a)mayacaktı, kimsenin önderi olmayacaktım. Paris’te kalıp kendime, kendimize başka bir hayat kurabilirdim. Doktora yapmak istedim. Dönemin iktidarı Adalet Partisi koyduğu engellerle buna izin vermedi. YAZAR UZLAŞARAK DEĞİŞMEZ Dört-beş bavul kitapla Türkiye’ye döndüm. Kendime bir şair ve yazar hayatı kurdum. Bu hayat içinde Memet Fuat’ın saptadığı gibi herhangi bir modaya kapılıp asla savrulmadım, kendime açtığım küçük patikada inatla yürüdüm. Elli yıldır devrimci cumhuriyetin toprağında inatla yürüyorum. Yetmişli yıllarda epeyce (Türk) Marx, Engels, Lenin ve Stalin ile, epeyce (Türk) Mao, Castro, Che ile tanışıklığım, arkadaşlığım oldu. Hepsi devrim yapıp iktidarı ele geçirmek ve “önder” olmak istiyorlardı. İktidarı ele geçiremediler, hayat ve dünya değişmedi, tepeden tırnağa kendileri değiştiler. Şimdi AKP’nin kurduğu düzene bir “komprador” gibi hizmet ediyorlar. Bana, “kâtip”e gelince: Kendi açtığım ıssız patikada yürüyor ve hâlâ dünyayı, hayatı değiştirmeye ve bu yolda değişmemeye çalışıyorum. Yazıcı ve politikacı uzlaşır! Ama yazar asla uzlaşmaz! Uzlaşarak değişmez! Ne düzenle ne de kendisiyle! “Uzlaşma”nın adı “değişim” değildir!