ŞU günler, Michel del Castillo’nun “Karar Gecesi” (Can Yayınları, 1984) adlı romanı geliyor aklıma. Ya da aklıma getiriyorlar.
Michel del Castillo, bendeniz fakirin dilimize çevirdiği bu romanda “ilk polis”in Tanrı olduğunu yazar. 1984 yılından sonra yeni basımı yapılmayan bu benzersiz romandan, birlikte, bir cümle okuyalım: “Gerçek polis öyle davranmalı ki, insanlar boyun eğmek istesinler; işte gerçek polisin ülküsü.” (s. 393) * * * Tevrat’ın Tekvin (Yaratılış) kitabında anlatılır ama öykü neredeyse anonimleşmiştir. Adem ve Havva’nın ilk çocuğu Kabil (Kayin) çiftçi olur. İkinci oğul Habil ise çoban olur. İki kardeş bir gün emeklerinin ürününü RABB’a sungu getirirler. RAB, Habil’i ve sunusunu kabul eder. Kabil’i geri çevirir. RABB’ın neden böyle davrandığı bilinmez. İçine kıskançlık düşen Kabil kardeşi Habil’i tarlaya götürür ve orada öldürür. “RAB Kayin’e, ‘Kardeşin Habil nerede?’ diye sordu.” “Kayin, ‘Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?’ diye karşılık verdi.” “RAB, ‘Ne yaptın?’ dedi, ‘Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor.” Tevrat’tan alıntı bu diyalog “Karar Gecesi”nde önemli bir yer tutar. Tanrı, “Kardeşine ne yapacaksın?” diye sorsaydı, Kabil kardeşi Habil’i öldür(e)mezdi. Tanrı cinayete engel olmuyor ama cinayet işlendikten sonra bir polis gibi davranıyor. Romanın kahramanına göre: Günah ve suç işlenmesine engel olmayan ama hesap tutan Tanrı ilk polistir. * * * 1950’lerde, 60’larda, hatta 70’lerde polisler, gizli polisler, MİT’in yamakları yazar ve sanatçıların hayatında önemli yer tutardı. Özellikle de meyhanelerde. 1970’lerde televizyoncular Ankara’da Sultan Otel’in barına giderdik işten sonra. Bazen orada da çalışmayı sürdürürdük. Gazeteciler, yazarlar da gelirdi. İstanbul’dan gelen bu millet mensupları mutlaka Sultan’ın barına gelirdi. Bazen sivil polisler de gelirdi. Hiçbir şey içmeden bir köşede otururlardı. Barmen Oktay (gerçek adı değil) kaş göz ederek bizim dikkatimizi çekerdi. Oktay çok iyi bir insan, çok iyi bir barmendi. Dubleleri bol kepçe verirdi. Geçenlerde bir hanım arkadaşla o günlerden söz ederken, bana “Biliyor musun, barmen Oktay MİT ajanıymış o zamanlar” dedi. Kendi söylemiş. Bir önceki kuşaktan bir şair anlatmıştı. Ya kendisi ya da bir arkadaşı yaşamış. Her akşam meyhanede yaşlı bir memura rastlarmış. Ama pek bir şey içmezmiş adam. Bizim şair abi meyhaneden çıkınca seğirterek tramvaya binermiş. Bir akşam o yaşlı adam yanına yaklaşmış ve “Delikanlı” demiş, “ben seni izlemekle görevli taharriyim, Allah aşkına tramvaya koşturarak binme, yetişemiyorum. Nefesim daralıyor.” Yani sivil polismiş. Şair ağabeyimiz, adamın dediğini yapmış. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, bir gün, taharri, “Delikanlı” demiş, “ben birkaç gün içinde emekli oluyorum. Son yıllarda senin sayende rahat ettim. Ben de sana benden sonra seni izleyecek olan taharri memurunu göstereceğim. Benim gibi değil o, genç.” Ya Metin Eloğlu ya da Fahir Aksoy anlatmıştı. Biz de 1964 yılında, kış-kıyamette, kapının önünde gezinen birine çay ikram etmek istemiştik. “Vazife başında olmaz” demişti. Bir başka dünya mümkündür!