Paylaş
Şiirin bir bölümünü aşağıya alıyorum:
"mucize rıhtımdan vatan sathına yayılsın / krepen pasajı yeniden yapılsın / osmanlı imparatorluğu yeniden kurulsun / yönetim şekli demokratik meşrutiyet olsun / padişah dolmabahçede taç giysin / mustafa selanikli kabineyi kursun / güneşin doğduğu yerde yetmiş iki dil konuşulsun / sokak tabelalarından katil adları silinsin // sonunda eşek balthazar çerçeveye girsin / hepimizi kurtarmak için cızlamı çeksin / makara takılsın pelikül yansın film bitsin."
* * *
İzzet Yasar ironiyi, ince alayı öne çıkartan bir yergi şairidir. Şiirin bir söz simyası sanatı, şairin de bir yalvaç (visionnaire) olması gerektiğini Arthur Rimbaud’dan bu yana biliyoruz. Şiirde her şey mümkündür. Halalar ve teyzeler sakallı, babalar anne olabilir şiirde. Kervanlar uçabilir, dağ dağa kavuşabilir. Bu ayrıcalık şairlere ve öteki söz simyacılarına, sanat dünyasının (resim, heykel, tiyatro, opera, bale, sinema) erenlerine verilmiştir. Sadece onlara!
İyi bir şair olan İzzet Yasar, Leonard Cohen’i de işin içine katarak ve "hayde moustapha seninle bir film çekelim" diyerek bir şiir kurguluyor: Onararak, ekleyip çıkartarak bir dünya kuruyor. Zaman Tüneli türünden bir kurgu. Ne yapmak istiyor? Bu bir şiirdir, bir şaire ne yapmak istediği sorulmaz!
İzzet Yasar bir şiir, bir öykü, bir roman, bir oyun ve bir bale yazarak, bir film çekerek Krepen Pasajı’nı yeniden yapabilir, İmroz meyhanesini eski yerine koyabilir, meyhanenin içine 1950-60 kuşağı yazar ve sanatçılarını doldurabilir. Özgürdür!
Ama ben, "sahilden komünizm tehlikesi geçsin" derken ironinin doruklarına çıkan İzzet Yasar’dan özür dileyerek, onun kimi tarihçileri, sosyalbilimcileri, politikacıları ve gazete yazarlarını gırgıra aldığını söyleyeceğim. Bu benim yorumum. Çünkü bu zevat kendi alanlarında kendilerini İzzet Yasar sanıp onun yaptıklarını yapmaya kalkışıyorlar. Oysa bu zevatın alanlarında zaman tünelinden yararlanmanın, zamansal ve mekánsal yer değiştirmenin (transposition) olanağı yoktur.
* * *
Mustafa Kemal, birinci TBMM’yi dağıtmayacaktı; Cumhuriyet’i ilan etmeden İstanbul’a gidip Rauf Bey ve öteki silah arkadaşlarının iznini isteyecekti; İstanbul’a gelmişken Halife hazretlerinden icazet alacaktı; Şeyh Said isyanını silahla bastırmayacaktı; Takriri Sükûn Kanunu’nu çıkarmayacaktı; İzmir suikastını ve Menemen olayını ciddiye almayacaktı; tarikatlara izin verecekti, tekke ve zaviyeleri kapatmayacaktı; yaptığı bütün devrimler için halkın iznini alacaktı ("Latin harflerini aldık, bir halt mı oldu?"); Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatılmayacaktı, falan fıstık...
* * *
Bu safsatalarla Cumhuriyet’in 1925-1950 dönemini kıyasıya eleştirdiklerini sanıyorlar. Tarihte "şu olmasaydı, bu olsaydı" safsatası yapılamaz. "Yapılanlar hangi koşullarda, neden ve niçin yapıldı?" sorularına yanıtlar aranır.
Paylaş