YAKUP Kadri Karaos-manoğlu’nun “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” (İletişim Yayınları) adlı kitabından aktarıyorum (s. 72):
“Bir akşam Atatürk, sofraya oturduğumuz sırada ‘Çocuklar’ demişti, ‘size bu akşam doyum olmaz bir ‘ziyafet-i edebiye çekeceğim’ ve elinde tuttuğu cep dergisi kıtasında bir kitabı göstererek: ‘Bu’ diye ilave etmişti, ‘Refik Halid’in, yirmi yıllık akıl hastasının, şuuru yerine gelip kendini baştan aşağı değişmiş bir Türkiye içinde bulunca, tekrar delirişini gösteren bir tiyatro piyesidir’ ve gözlüğünü takarak bizzat kendisi okumağa başlamıştı. Atatürk’ün belirttiği gibi, bu komedyanın kahramanı yirmi yıllık uykusundan uyanınca etrafında her şeyin ve herkesin tanınmaz hale geldiğini hayretle görür, karısı veya kızı kapkara saçlarını sarıya boyatıp kıvrım kıvrım kıvırmış, bir peruka haline sokmuş; biri erkek öbürü kız torunları sportif kıyafetleriyle birer ip cambazına dönmüştür. Oğlan ıslık çalarak dolaşıyor, kız çıplak bacaklarını uzatarak yarı yatmış bir vaziyette oturuyor. Adam, her birine şaşkın şaşkın bakarak kim olduklarını sorar. Aldığı cevaplar onu büsbütün şaşırtır. Nerede olduğunu kendi gücüyle anlamak ister gibi bulunduğu odayı tetkike koyulur. Bu sırada gözü duvarda asılı Gazi Mustafa Kemal’in resmine takılır: ‘Ya bu İngiliz kim?’ der, çocuklarda bir kahkahadır kopar. ‘A, a? büyükbaba, o İngiliz değil, Gazi Paşa’ derler. Adamcağız bunu yersiz bir şaka sanır, kızarak söylenmeye başlar: ‘Haydi oradan külhaniler. Benimle alay mı ediyorsunuz? Böyle cascavlak Gazi Paşa mı olur? Benim bildiğim Gazi Paşalar hep saçlı sakallıdırlar. Hele Gazi Ethem Paşa’nın öyle bir sakalı vardı ki, bütün göğsünü kaplardı’.” ¡ ¡ ¡ “Buna benzer daha birçok konuşmalar? Derken büyükbaba Yakub Efendi denilen bir misafir geldiği haber verilir. Bu Yakub Efendi eski aile dostu bir hocadır. İçeri girer. Büyükbabada bilmem kaçıncı şaşkınlık! Yakub Efendi’de ne cübbe, ne sarık, ne de sakal ve bıyık. Başı da açıktır. ‘Buyurun efendim kimle müşerref oluyorum?’ ‘Aman beyefendi hazretleri, beni tanımadınız mı? Ben kırk yıllık dostunuz Yakub Hoca değil miyim?’ ‘Fesübhannalah!’ ‘Şimdi Ankara’dan geliyorum, tayyareden iner inmez ilk işim sizin ziyaretinize koşmak oldu.’ ‘Ne vazifedesiniz Ankara’da?’ ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi âzasıyım.’ Eski delinin gözlerinde, bu sefer, hayretten ziyade korkuyu ifade eden bakışlar ve dudakları arasında ‘Ankara, tayyare, Büyük Millet Meclisi? Zavallı Yakub Efendi aklını kaybetmiş zâhir!’ mırıltıları. Atatürk sayfalarca süren bu konuşmaları bize okurken, gözlerinden yaş gelesiye gülüyordu. Atatürk, Karagöz perdesi karşısında bir çocuk gibi kahkahalarla güldükten sonra: ‘Yazık oldu şuna!’ diye söylendi ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya dönerek ‘Ne yapacaksak yapalım, onun bir an evvel memlekete dönmesinin çaresine bakalım’ dedi.” ¡ ¡ ¡ İşte böyle efendim!