Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın raporuna giriş

’SÜLEYMAN Demirel hükümeti tarafından sürülen Türkiye’nin ilk kadını Ülker İnce"ye sürgüne gittiği Yalvaç’ta (yerel söyleyiş ile "Yaleveç"te) herhangi bir baskıya uğrayıp uğramadığını sordum. Hatırlamıyordu! Ben de hatırlamıyorum.

Benim ve annesi ile Tanbey’in bir-iki ziyareti dışında bir ders yılı Yalvaç’ta tek başına yaşadı. Müfettiş soruşturmasına göre, dine pek saygılı olmadığı (!), sola meyyal olduğu bilinmesine karşın herhangi bir baskı ile karşılaşmadı.

Yalvaç’ın geleneksel kadınları bölgenin geleneksel giysilerini giyiyor, başlarını epeyce büyük bir örtü ile örtüyorlardı. Memur ve öğretmen eşleri, okumuş kadınlar öteki kentli kadınlar gibi giyiniyorlar ve başlarını örtmüyorlardı.

Yalvaç Müzesi ile Lisesi pek güzeldi. İkisi de moderndi. Zaten Yalvaç yükseköğrenim onarıyla ünlüydü Türkiye’de. Osmanlı döneminde álimler yetiştirmişti. Nurculuk tarikatının yaygın olduğu söyleniyordu. Ama kamusal ortamda pek görünmüyordu tarikat.

Ülker’in Yalvaç’ta rahat etmesinin bir nedeni "mahalle baskısı"nın henüz "öteki" üzerine yönelmemiş olması ise, ikincisi Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın Türkiye’de ve Yalvaç’ta güçlü olmasıydı. Bütün sendikalar gerçekten sendika idiler o yıllarda!

KENTLİLER GİBİ

1960 yılında okulu bitirince, kurada Yozgat Lisesi’ni çekmiştim. Bir kız arkadaşımın ricası üzerine becayiş (karşılıklı yer değiştirme) yaptık. Ben Sandıklı Ortaokulu’na gittim. Sandıklı tutuculuğuyla ünlü idi. Yerli kadınlar, klasik kara çarşafa benzemeyen, iki parçalı, damalı futa-çarşaf giyiyorlardı. Yerli ve yabancı memur takımının eş ve kızları kentliler gibi giyinmekteydi.

Sandıklı’ya varışımın ertesi günü Boz Ahmet, Hikmet Bayur (kimse asıl adını bilmezdi), daha sonra belediye başkanı olan tuhafiyeci Nimet ve 1965’te milletvekili olan avukat Ali İhsan Ulubahşi ziyaretime gelerek, bana yapılmakta olan pansiyonun yöneticiliğini önerdiler. Kabul ettim. Bu dört kişi Sandıklı’nın halk önderiydi. Nitekim Süleyman Demirel, Ali İhsan Ulubahşi’ye mektup yazarak Adalet Partisi’ni kurmasını istedi. Bu dört kişi AP’yi kurdular.

O GECE İÇMEDİM

Sandıklı’nın bütün lokantalarında içki verilirdi. Anacadde üzerinde bulunan bir lokantada hemen hemen her akşam içki içerdik. Politika konuşurduk. CHP’liler pek kızarlardı bana Demokrat Parti kuyruklarıyla düşüp kalktığım için. Adnan Menderes’in asıldığı gün bizim dörtlü ortalıkta görünmedi. Ben de içki içmeden tek başıma yemek yedim. Bunu yaslarına duyduğum saygıya yordular, beni daha çok sevdiler. Bu jestimi hep hatırlattılar bana!

HALK DA İÇERDİ

Nedret Gürcan’ın yaşadığı Dinar, Sandıklı’nın bir saat uzağındaydı. Ama Sandıklı’ya göre çok modern bir kasabaydı. Orada da lokantalarda gürül gürül içki içilirdi. Sadece memurlar değil halk da gürül gürül içerdi. İstedikleri kadar tersi ileri sürülsün, lokantalarda içki içilmesi, baskı görmeden içilebilmesi olumlu bir modernite ve özgürlük ölçüsüdür.

O yıllarda da elbette bir mahalle baskısı vardı. Ama bu baskı yabancılara, "öteki"ne yönelik değildi. Çünkü devrim yasalarının yürürlükte olduğu hissediliyordu; "mülkiye" ve yerel yönetimler olası baskıların karşısında etkili bir engeldi. Mahalle baskısı mahalleliye karşı idi ve o da dirençle karşılaştığında etkisini yitiriyordu.

Ne oldu da mahalle baskısı kendinden olmayanı ötekileştirdi? Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın raporu işte bu sorunu ameliyata alıyor. Cumaya devam edeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları