Parlamenter diktatorya

“PARLAMENTER diktatorya” deyişini ben mi uydurdum? Olabilir de, olmayabilir de. Bir yerden de duymuş olabilirim.

Böyle bir şey benden önce yazılıp söylenmiş ise nasıl olsa biri çıkıp haber verir. Şimdi bunu geçelim! Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu için yapılan seçimlerin ortaya çıkardığı durum parlamenter diktatoryanın üçüncü ayağının da tamamlandığını kanıtlamakta. O halde şu parlamenter diktatoryayı ele alalım.

TEK KİŞİ OLMAYABİLİR

Diktatörlüğün en basit iki tanımını yazalım:

“Bir devletin yönetiminin, kayıtsız şartsız bir kişinin elinde bulunduğu yönetim şekline diktatörlük denir.”

Diktatörlüğün en ilkel şeklidir bu. Diktatörü engelleyecek, iktidarını denetleyip sınırlandıracak herhangi bir güç ve kurum yoktur.

“Herhangi bir kurum, kuruluş ve yasalar ya da toplumsal veya siyasal etkenler tarafından sınırlandırılmamış bir liderliğin mutlak yönetimidir.”

Bu tanım daha açımlayıcı, açıklayıcı: Çağdaş demokrasilerdeki yasama ve yargı erklerinden söz ediliyor. Bunu da açıklayalım: Bir yönetim tarzında yasama meclisinin ve yargı kurumunun bulunması değil bunların yürütme (hükümet) üzerinde denetim ve yargı erklerini kullanması önemlidir. Ayrıca diktatörlük bir tek kişi ile de sınırlı değildir; 1945 öncesinde Almanya ve İtalya’da olduğu gibi bir partinin diktatörlüğü olabilir. Ya da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği örneğinde olduğu gibi bir sınıfın (proletarya) diktatörlüğü olabilir.

AYAKLAR TAMAMLANDI


Sözünü ettiğim Parlamenter Diktatörlük’ü, 1871’deki Paris Komünü’yle ve bizim ilk meclisin ardından kurulan Meclis Hükümeti ile karıştırmamak gerek.

Öte yandan, sapla samanın karıştırılmasına engel olmak için, Parlamenter Diktatörlük’e de açıklık getirmek gerek: Bizzat parlamentonun diktatörlüğü değil, parlamentolu diktatörlük.

Genel seçim, demokrasinin gerçekleşmesi olasılığının en zayıf halkası. Diktatörler de her dört yılda bir seçimle gelebilirler. Yöneticinin ya da yöneticilerin yönetim gücünün totaliterleşmesini engellemek için kuvvetler (erkler) ayrılığı ilkesi getirilmiştir. Gerçek demokrasi, bu  kuvvetler ayrılığının gerçekten bulunduğu rejimlerde vardır. Ancak Türkiye’de tekrarlandığı gibi “Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri birbirlerini denetlerler” tarzı bir tanımın doğru bir yanı yoktur. Gerçek demokratik rejimlerde Yasama Erki (Meclis) ve Yargı Erki (Anayasa Mahkemesi, Danıştay), Yürütme Erki’ni (hükümeti) denetler. Denetleme ve sınırlandırma yetki ve sorumluluğu yasama (TBMM) ve yargıya aittir. Yürütmeyi (hükümeti) denetlerler. Ve bu durum demokrasinin dayattığı bir zorunluluktur. Yürütmenin, yasama meclisi ile yargı erkini denetimi altına almasına “diktatörlük” denir.

AKP hükümeti yönetimini artık diktatörlük olarak tanımlamamız mümkündür ve öyle gerekir. Sekiz yıldır yasama erkini parmağında oynatan AKP’nin yürütme erki, artık Anayasa değişikliklerinden sonra Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve HSYK’yı boyunduruğuna alarak diktatoryanın bütün ayaklarını tamamlamış oluyor. Benden şimdilik bu kadar. Anayasa hukukçularını sofraya davet etmem gerekmez, kendi görevleri bu iş!
Yazarın Tüm Yazıları