1956 yılında Ankara’ya gittim, “Edebiyat ve sanat dünyası”na resmen girdim. 60 yıldır bu işin içindeyim. Gençliğimde, gençlere haksızlık yapıldığını, engellendiklerini düşünürdüm.
Her yayınevinde, her dergide bir “klik” vardı, kendi aralarında dayanışma oluyordu. Aynı meyhane masasında birlikte oturanlar birbirini tutuyor, ödül jürileri de mutlaka kimilerini kayırıyordu. Bütün kuşakların gençleri böyle düşünmüşlerdir. Günümüz gençleri de böyle düşünüyor ama şimdi ellerinin altında internet var; “Fanzin” dedikleri şey var. ABD BURSU ALANLAR Edebiyat ve sanatın işlerine hükümetlerin, gizli servislerin, CIA’ların burnunu soktuğunu , Frances S. Saunders’in “Parayı verdi düdüğü çaldı. Sanat ve edebiyat dünyasında CIA parmağı” (Çeviren: Ülker İnce; Kırmızı Yayınları, 2010) adlı kitabını okuyuncaya kadar aklımın kıyısına bile gelmezdi. Hemen düşünmeye başladım: MİT bizleri meyhanelerde izlemekten başka, edebiyat ve sanat alanında acaba dalavere çevirmiş miydi? Acaba CIA Türkiye’de de parayı verip düdüğü çalmış mıydı? 1950’den bu yana türlü çeşitli ABD bursları alan yazarlar, sanatçılar, akademisyenler aynı zamanda CIA tarafından da seçilmiş olamaz mıydı? ‘GİRİŞ’TEKİ CÜMLELER Yazar “Giriş” bölümüne şu cümlelerle başlıyor: “Soğuk Savaş’ın doruğa çıktığı bir sırada Birleşik Amerika, Batı Avrupa’da gizli bir kültürel propaganda programına büyük miktarda para ayırmıştı. Bu programın ana özelliği, böyle bir programın olmadığı iddiasıydı. Amerika’nın Merkezi İstihbarat Teşkilatı, CIA bu programı gizlilik içinde yürüttü. Bu gizli savaşın ana gövdesini Kültürel Özgürlük Kongresi oluşturuyor ve başkanlığını 1950 yılından 1967 yılına kadar CIA ajanı Michael Josselson yürütmüştü. Kongre uzun ömürlü olduğu kadar hayli başarılı da oldu. Başarısının doruğuna ulaştığı günlerde, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin otuz beş ülkede bürosu vardı, onlarca personel çalıştırıyor, yirminin üzerinde saygın dergi yayımlıyor, resim sergileri açıyordu, bir haber ve film servisine sahipti, tanınmış kişilerin katıldığı uluslararası toplantılar düzenliyor, müzikçilere ve ressamlara ödüller dağıtıyor, konser ve sergi olanakları sağlıyordu. Tek amaç, uzun zamandır Marksizme ve komünizme yakınlık duyan Batı Avrupa aydınlarını yavaş yavaş ‘Amerikan tarzı’na daha yakın bir bakış açısına ısındırmaktı.” BİR ‘ÜSTAT’ İŞİ Program başarılı oldu, başarılı olmasaydı Demir Perde nasıl yıkılacaktı? Günümüzün renkli devrimlerinin kaynağında da aynı program var. Mark MacKinnon’un “Yeni Soğuk Savaş”ı (Destek Yayınları), John Persins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları I, II, III” (April Yayıncılık) ve “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” (Kırmızı Yayınları) günümüzün esrarlı dünyasını ve Türkiye’sini anlamak için üç rehber. “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı”nın çevirisi tam anlamıyla bir “üstat” işi. Demek ki anlaşılır bir çeviri yapmak da mümkünmüş. Tıpkı yeni bir dünyanın mümkün olması gibi!..