YAZILARINI ilgiyle izlediğim Sabah Gazetesi yazarı Emre Aköz kamusal alan kavramını tanımlamak için çırpınıyor. Bir nesneyi, bir olguyu tanımlamak için ayırmak ve sınırlamak gerekiyor. Bu nedenle Emre Aköz üç toplumsal alan saptamış: Özel alan-Kamusal alan-Mülki alan. Emre Aköz, kamusal alanın bir bölümünü mülki alan olarak tanımlıyor.
Mülki alan'da devletin memurları (esháb-ı kalem) yer alıyor, kamusal alan'da ise eskilerin deyimiyle eshab-ı mesálih yani resmi dairelerde işlerini izleyen vatandaşlar.
Emre Aköz, devlet isterse kendi memurlarına türbanı yasaklayabilir ama esháb-ı mesálihe yasaklayamaz, diyor.
* * *
Aslına bakarsanız toplumsal alan daha fazla: 1. Özel alan, 2. Kamusal alan, 3. Dinsel alan, 4. Genel alan.
Özel alan adı üstünde özel korunma altında özel ve bireysel alan. Kamusal alan ise Emre Aköz'ün mülki ve kamusal alanlarını kapsayan resmi alan, yani devletle doğrudan ilgili alan. Dini alan ise camiler, kiliseler, sinagoglar, cemevleri ve bütün dinlerin tapınakları. Bu alanda özel kişilerin giyim-kuşam ve davranışları sınırlandırılmıştır. Genel alan ise resmi olmayan ve herkese açık (umuma mahsus) olan alanlar. Yani caddeler, alanlar, parklar, otobüsler, trenler...
Özel, dinsel ve genel alanlarda herhangi bir sorun yok. Sorun kamusal alanda.
* * *
Hukukçular kamusal alan'ın tanımında kendi hukuk söylemleri içinde anlaşamadıkları için ben dilin karşılaştırmalı anlam bölgesinde açıklamaya çalışacağım: Kamusal alanın Fransızcası ‘‘Le domaine publique’’. ‘‘Public(que)’’ sıfatının anlamı ise ‘‘halka ve devlete ait’’. Aynı sıfat devlet anlamını da üretiyor: ‘‘La chose publique’’.
Emre Aköz'ün mülki sıfatının anlamına gelince: Sivil (Civil) ve politik.
Önemli nokta: ‘‘Halka ve devlete ait’’ ile ‘‘sivil’’ (mülki) sözcük ve kavramlarının sınırlayarak kapsadığı anlamın içeriği kadar sınırlarının dışında bıraktığı anlam alanını da dikkate almamız gerekiyor... ‘‘Halka ve devlete ait olmayan ve sivil olmayan bir alan’’ nasıl bir alan?Bu alan, özel alan ve dinsel alan'ı kapsıyor. ‘‘Sivil’’ kavramı Türkiye'de sanıldığı gibi askeri olmayan değil, fakat dinsel olmayan'dır.
* * *
Avrupa toplumlarının iç tarihi, devletin devlet olmak için kiliseye karşı verdiği savaş ve savaşımın tarihidir. Daha doğrusu önce prensin (hükümdarın), sonra da burjuvazinin kilisenin ruhban sınıfının dünyevi yetkilerini sınırlandırmak için verdiği mücadelenin tarihidir.
Laik düzenin kurulmasıyla devlet işleri ile din işleri nasıl ayrılmış ise kilisenin başından bu yana sınırlı ve koşullu olan alanına karşı devlet de kendi kamusal alanını sınırlandırmıştır.
Kendi alanını tanımlayan devlet, rakibi kilisenin alanını sınırlandırmış ve kilise mensuplarının kendi alanları dışında ve kamusal alandaki görünüm ve eylemlerine sınırlama getirmiştir. Devlet duruma göre kendi sınırlama alanlarını yeniden tanımlayabilir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yüksek yargı organları, türban taşıyanları esháb-ı mesálih olarak kabul etmiyor ve türbanı siyasal İslam tapınağının simgesi sayıyor! Cumhurbaşkanı ile Yargıtay'ın türban sınırlamasını bu bağlam ve öykü içinde düşünmemiz gerekiyor.