YAZIMIN adına bakıp “dikenli incirler”in bir metaforik anlamı olduğunu düşünmeyin. Ben, Frenk İnciri, Hind İnciri de denilen, Mersinlilerin düpedüz Dikenli İncir dedikleri “Opuntia ficus-indica”dan söz ediyorum.
Biz meyvesini severek yeriz. İshal ve dizanteriye karşı faydalıdır. Sindirim sistemini rahatlatır ve kabızlığı giderir. Şeker hastalarına iyi gelir. Kolesterol oranını düşürür. Tok tutar ve yemeklerden alınan yağın vücut tarafından emilimini azaltır. Bu özellikleri ile aşırı kilolarından kurtulmak isteyenler için de faydalı bir besindir. Yaprakları kaynatılarak elde edilen sıvı cildi nemlendirir ve taze tutar. * * * Hayfa’dan Yeruşelaim’e (Kudüs) giderken görünce birden afalladım: Bizim dikenli incirleri, meyve ağaçları gibi dikmişler. Yani anlayacağınız, bizim ören yerlerinde, mezarlıklarda unuttuğumuz bitkiyi ciddiye almışlar. Üstelik yükseklikleri iki metreyi geçmiyor. Tuhaftır bu dikenli incirler: Ülker geçen yıl bahçe kapısının önündeki kumlara bir somun-dal ekmişti. Bir yılda iki metreyi geçti ve bütün yaz meyve verdi. Demek ki bir hikmeti var bu bitkinin. Mersin Ziraat Odası durumu bir incelemeli. Yararlı olur! İsrail ve İsrailli için toprak (Eretz) vatan anlamındadır. Dikenli incirler İsrail’in toprağa ne denli hırs ve sevgiyle bağlandığının büyük simgesi. İsrail toprağını gözle görmeyenler bu ülkeyi baştan başa çöl sanırlar. Öyle değil. Necef Çölü ve Gazze tarafı dışında İsrail’i gözümle gördüm. Kuzey İsrail bizim Ege’den, Marmara Bölgesi’nden geri kalmaz yeşillikte. Akdeniz’den doğuda Ürdün Nehri’ne kadar 40 kilometre içerilere kadar uzanan verimli tarım alanları var. Kudüs’ün güneyindeki Yahudiye Dağları ve çölünde ciddi bir yerleşim yeri ve tarım alanı göremedim. * * * Altı gün savaşını (5-11 Haziran 1967) herkes bilir de neden çıktığını bilene rastlamadım. İsrail, kuzeydeki Kinneret Gölü’nden güneydeki yarı çorak araziye su taşıyacak olan Ulusal Su Şebekesi’ni 1964’te tamamladı. Ertesi yıl Arap devletleri Ürdün Nehri’nden gelen suyun İsrail’e akmasını engelleyecek planlarını uygulamaya soktu. Bunun üzerine İsrail, Suriye’de inşa halinde olan barajlara 1965’te saldırıda bulundu. Bundan sonra karşılıklı saldırılar alıp başını gitti. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ülke içindeki sabotajları çoğaldı. Ardından işe Mısır karıştı. “Bizim vazgeçilmez görevimiz İsrail’i yok etmektir!” haykırışı, Mısır ile Suriye yöneticilerinin dilinden düşmüyordu. Savaş altı gün sürdü ve İsrail, Batı Şeria’yı, Doğu Kudüs’ü, Golan Tepeleri’ni ve daha sonra Mısır’a geri vereceği Sina Yarımadası’nı ele geçirdi. İsrail’in doğu Kudüs’ten vazgeçeceğini ve Golan Tepeleri’nden geri çekileceğini sanmam. Çünkü Galile Denizi de denen Kinneret Gölü’nün batı kıyısında bulunan Tiberya kenti ile gölün karşı (doğu) kıyısı arasındaki mesafe 6 kilometre. Golan Tepeleri gölden 500 metre yükseklikte bir balkon gibi. Tam karşıda Tiberya ve aşağıda tarım alanları ve yerleşim yerleri. Altı gün savaşından önce bu balkona mevzilenmiş top bataryaları İsrail için müthiş bir tehdit oluşturuyormuş. Şimdi Suriye sınırı Golan Tepeleri’nin doğusunda (arkasında) bir yerlerde. Suriye, İsrail’in işlenmiş topraklarını alayım derken Golan Tepeleri’nden oldu. * * * Benim bu topraklara olan ilgim 6 Gün Savaşı ile başlar. Haziran-Temmuz 1967’de “Savaş ve Barış” (Kiraz Zamanı) adlı uzun şiirimi yazdım. Ne Arap tarafı ne de İsrail tarafı itiraz etti. 2001-2002’de “Celile Günleri”nin (Ot Hızı) 12 şiirini yazdım. “Gördüğünü Kitaba Yaz” (Doğan Kitap) adlı kitabımda yer alan “Eretz İsrael, İsrail Toprağı”, “Yossi Sarid: İsrail’in kendi Atatürk’üne ihtiyacı var” ve “Kutsal Topraklarda” adlı üç inceleme yazısı İsrail sorununa büyük bir ciddiyetle el atar. Yazılar yerinde, görerek yazılmıştır. Bu yazıyı kaleme almaktaki amacım gayet açık ve basit: İsrail’i görmeden, Şeria’dan geçmeden, Golan Tepeleri’ne çıkmadan, Gazze’ye gitmeden İsrail üzerine, İsrail ve Araplar üzerine ciddi yazı yazılamaz. Yazımı eski bakanlardan Yossi Sa-rid’in bir sözüyle bitireceğim: “Benim annem-ba-bam Polonya’dan gelmişlerdi, geri dönecek yerleri vardı. Ben burada doğdum, gidecek yerim yok!”