Paylaş
Halkın çoğul olmasının bir zararı yoktur ama devlet kurumları bu bölünmüşlükleri yansıtırsa kısa bir süre sonra ortada devlet-mevlet kalmaz. Bu konuda da Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sına (Pozitif Yayınları) başvuracağım:
* * *
“1923 Ağustos’unda yan locaya çıkıp salonda (Büyük Millet Meclisi salonu. Ö.İ) toplananlara bakanlar, yarı Asyalı bir teokratik devletten tam Avrupalı bir lâyık (lâik) devlet çıkarmak için bir sürü nizamlar koymaya hazırlanan devrimciler karşısında bulunduklarına şüphesiz inanmazlardı. Bunlar, eski müesseseleri yıkmak ve yeni müesseseler kurmak için açık programlı bir partiye söz vererek seçilmiş kimseler değildi. Vatanseverce işler görmeğe gelen, fakat 10 kişisi ikinci onuna uymayan, yetişmece farklı, kafaca farklı, anlayışça, görüşçe, isteyişçe, çok defa, taban tabana aykırı denecek kadar farklı bir ‘kalabalık’tı.” (s. 417)
“Kalabalığı kısa ve kuşbakışı bir tahlilden geçirelim: Saraçoğlu, Mahmut Esat, Vasıf gibi, Ankara’da tanıdıklarımızla beraber biz Türkçüler, fakat Türkçülüğün tam bir Batılı kolu vardık. Tanzimat’tan beri devam eden kültür ve medeniyet ikizliğini tasfiye etmek, eski nizamı köklerine kadar yıkmak ve Türk milletine, Batı topluluğu içinde bir yeniçağ cemiyeti olarak yer alma imkânlarını vermek için Mustafa Kemal’in zafer otoritesini fırsat biliyorduk. Meşrutiyet devrinde Şer’iyye Mahkemelerini, niteliklerinde hiçbir değişiklik olmamak üzere, meşihat (şeyhülislâmlık) dairesinden alıp adliye binasına yerleştirmek bizler için bir başarı idi. Radikal reformlar fikri o kadar azınlıkta idi. O gidişle daha bir asır olduğumuz yerde bocaladık. Çünkü medreseler, sivil mekteplerden daha çok insan yetiştiriyordu.” (s. 418)
* * *
“Padişah aynı zamanda halifedir. Hükümette Padişah’ın sadrazamı varsa, Halife’nin de şeyhülislâmı vardır. Maarif ikizdir: Sivil mektep medrese vardır. Sivil mektep dahi, kültür bakımından medresenin kontrolü altındadır. Adalet ikizdir: Batı dünyasından aldığımız kanunlarla hükmeden mahkemeler ve hâkimler, şeriat esaslarına göre hükmeden Şer’iyye Mahkemeleri ve kadılar vardır. Fetvasız harbe girilmez. Aile tamamıyla şeriatçılığın emri altındadır. İstanbul’dan en uzak merkeze doğru her yerde iki kadroyu iç içe görürsünüz. Sarıklı kadro, hiç şüphesiz, daha nüfuzludur. En itibarlı vali bile sarığa karşı riyakârlık eder. Kadın hukuksuzdur. Birinci Dünya Harbi’nde kocası ile bir Ada oteline inen Türk kadını, polis müdürü tarafından kolundan tutulup kovulmuştur.” (s. 418-419)
Cumhuriyet devrimleri bu “ikilik” rezilliğine son vermek için yapılmıştı. 80-90 yıl sonra, imam hatipler ve Fethullah okulları sayesinde başladığımız yere dönüyoruz. Mahkeme binaları aynı, savcı ve yargıç cüppeleri aynı, yasalar aynı ama kararlar muhtelif. Neden?
“İki kutup”tan söz ediyorlar: Biri Cumhuriyet’in meşru kutbu, peki meşru olmayan öteki kutup neyin kutbu?
Paylaş