Emir Kır’a selam

Gene Lodeve! 29 Temmuz günü, saat 19’da, Capiscolat Sokağı’ndaki tarihi genel çamaşırhanede (bizde “Yunaklık” denir) konuşuyoruz. Soruların hiçbiri şiir ve edebiyat üzerine değil. Gene politika, gene Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği...

Dinleyiciler arasında bağcı dostlarım, birkaç tanıdığım var. Dinleyiciler sadece Lodeve’li Fransızlar değil. Çevre kasaba ve köylerinde oturan yabancılar da gelmiş.
***
Bir Alman soruyor: “Ben Berlin’de oturuyorum. Berlin’de oturan Türkler ile Türkiye’de oturan Türkler arasında birçok bakımdan farklar var. Berlin’deki, genel olarak Almanya’daki Türkler daha tutucu, hâttâ İslâmcı... Neden?”
Evet neden?
40-45 yıl önce Türkiye’den Avrupa’ya gelenlerin çoğu herhangi bir mesleği olmayan köylülerdi. Türkiye’de bile büyük bir kent görmeden Avrupa’nın büyük kentlerine işçilik yapmaya geldiler.
Bu insanların dil öğrenmesi, gelişmesi, bilgilenmesi için Avrupa hiçbir şey yapmadı. Bu insanların emeğini sömürdü, uyum, adaptasyon ve entegrasyonu için hiçbir şey yapılmadı. Bu süre içinde Türklerin de para biriktirmekten başka kaygıları olmadı. Kendilerini içinde yaşadıkları toplumun uygarlık, kültür, gelenek ve göreneklerine karşı savunabilmek için dine sığındılar. Arapça bilmedikleri için İslam diniyle ilgisi olmayan hurafelere, gelenek ve göreneklere sığındılar.
Bu bağlamda en suçlu ülke Almanya’dır.
***
Ancak şu anda üçüncü ve dördüncü kuşak gençlerinin eğitim ve öğrenim gören oranı hiç de düşük değil. Şu anda sadece Almanya’da 30 binden fazla üniversite öğrencisi var ve bunların arasında kızların oranı çok yüksek.
Örneğin benim teyzemin torunu olan iki yeğenimden biri Strasbourg Üniversitesi’ni bitirdi, ikincisi gene aynı üniversiteyi bitirdikten sonra şimdi Paris Üniversitesi’nde “master” yapıyor.
Bu iki genç hanımın annesi-babası Türkiye’de doğdular, çalışmak için Fransa’ya geldiler, yani bizim Yasemin ile Manolya ikinci kuşağın temsilcileri.
***
İkinci kuşağın temsilcilerinden biri Brüksel’de bir ilçenin belediye başkan yardımcısı idi. Şimdi, buraya gelmeden önce İstanbul’da öğrendiğime göre Brüksel’in çevreden sorumlu devlet bakanı olmuş.
Karşıda oturanlardan iki kişi (bir kadın, bir erkek):
-Emir Kır, diyorlar.
-Siz nereden biliyorsunuz Emir Kır’ı?
-Biz onun mahallesinde oturuyoruz. Brükselliyiz, Belçikalıyız.
***
Alıyorum sazı elime: Emir Kır Türk kökenli ikinci kuşaktan bir Belçikalıdır. Göçmenlik tarihinde bir ikinci kuşak temsilcisinin milletvekili olması, belediye başkanı olması, başkan yardımcısı olması, hele bakan olması görülmemiş bir şeydir.
ABD’li İtalyanlar böyle bir konuma üçüncü, dördüncü kuşakta gelmişlerdir.
Bu neyi kanıtlıyor?
Türklerin uyumsuz olmadıklarını, uyuma yaktın olduklarını kanıtlıyor.
Çalışkan ve öğrenmeye yetenekli olduklarını kanıtlıyor.
İçe kapanık ve depressif olmadıklarını kanıtlıyor.
Yani Türklere kendilerini geliştirme şansı verilirse bu şansı iyi kullanıyorlar. Köklerini unutmadan yeni ülkelerinin en iyi vatandaşı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar...
***
Berlinli Alman’a soruyorum: “Tatmin oldunuz mu?”
“Evet!” diyor.
Bu arada iki Brükselli yanıma yaklaşıyorlar. “Şuraya Bakan Emir Kır için bir şeyler yazar mısınız? Dönüşte kendisine göstermek istiyoruz.”
Ben de galiba deftere “Merhaba Kardeşim Emir Kır! Yeni görevini kutlar ve başarılar dilerim. Selam ve sevgi ile...” diye yazıp altına tarih atıyorum: “Lodeve, 29 Temmuz 2004”.
Yazarın Tüm Yazıları