23 Temmuz 2005 günü akşamüzeri, Roma vilayetinin Santa Marinella beldesinde, bir açık hava ‘Locanta’sında değişik ülkeden yazarlarla birlikte otururken televizyoncular doğruca üzerime gelip şu soruyu sordular:
‘Burası nasıl bir yer? Kendi ülkenizle, kendi kentinizle herhangi bir ortak yönü var mı?’
Santa Marinella’da epeyce dolaşmış, bayram çocukları gibi bir yatla gezdirilmiştik. Oturduğum yerden, sahilin dayandığı surlarla berkitilmiş bir tepenin üzerinde bulunan şatoyu göstererek:
‘Şu şato dışında, şu şişko kadın ve kocası, yüzü gözü dondurmaya bulanmış çocuklar, birkaç Euro’ya dünyanın satıldığı barakalar, limandaki tekneler, halk... İnsanlar İtalyanca konuşmasalar, burası Türkiye’nin bir Akdeniz ya da Ege kıyı kasabası diyebilirim. Çünkü her şey aynı soydan.’
* * *
Aynı dediysem, o kadar da değil! Mine Kırıkkanat’ın gözüpekçe tanımlayıp betimlediği, Osmanlı’nın ‘Etrak-ı bi(la) idrak’ (İdraksiz, akılsız) Türk ya da ‘Etrak-ı bed lika’ (Çirkin suratlı) Türk olarak tesmiye ettiği halk, kuşkusuz İtalya halkının yumurta ikizi kardeşi değil. Gerçi bir bölümü Anadolulu kölelerin torunlarıdır, ama o başka...
Mine Kırıkkanat’ın tasvir ettiği cehennem manzaraları yok buralarda. Sanırım, insan evriminin o evresini geçmişler, 50-60 yıl kadar önce...
Daha önce kitaplarımda, kimi zaman bu sütunda da yazdım: Dünya ülkelerinin lümpen, işçi, köylü, küçük burjuva ve burjuva sınıfları arasında büyük bir fark yok. Politik açıdan bir Fransız kahve garsonunun bir Türk garsonundan, bir Toscana köylüsünün Çukurova köylüsünden, Renault’nun Fransa’daki fabrikasında çalışan işçinin Bursa fabrikasında çalışan işçiden farkı yoktur.
Belki 1900-1990 arasında politik bakımdan ve sol bağlamda bazı farklar vardı, ama Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana büyük bir fark yok.
* * *
Fark sadece elit, seçkinler sınıfında. Tarihin başlangıcından bu yana hangi ülkenin, hangi eliti, seçkinleri daha iyi, daha donanımlı ise o ülke uygarlık alanında gelişim göstermiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda azınlık elitleri, Müslüman elitlerden daha donanımlı oldukları için ülkeyi yönettiler. ABD’yi, Avrupa’yı yapan, yaratan ve yaşatan bir avuç elittir.
Cumhuriyet, olmayan eliti, parasız yatılı okullar, parasız yüksek öğretim programlarında yaratmak istemiş, ne yazık ki evrensel düzeyde bir seçkinler kadrosu yaratmayı başaramamıştır. Örnek Süleyman Demirel, Turgut Özal ve kardeşleri... Seçkin ikinci elden giysi giymez, başkalarının düşüncelerine, programlarına taşeronluk etmez. Özgür ve bağımsızdır. Olumlu seçkin örneği: Mustafa Kemal! Bütün devrimciler elitler arasından çıkar. İslamcı, sağcı, muhafazakár kadroların elit nefretini başka nasıl açıklarsınız?