GEÇEN yıl bir okurum Akşam yazarı Yurtsan Atakan’ın yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını göndermişti bana. Gelen metinden yazının 14.04.2009 tarihli “gazeteport.com”dan aktarılmış olduğu anlaşılıyor.
Araştırmanın konusu: Türkiye yazılı basınının en etkili (güçlü) 50 köşe yazarı. Araştırmayı yapan ve yayınlayan Yurtsan Atakan birden elliye kadar köşe yazarlarını sıralamış ve her adın yanına parantez içinde bir sayı yazmış. Bu elli yazarın ilk beşi şöyle: 1. Can Dündar (745); 2. Reha Muhtar (696); 3. Özdemir İnce (674); 4. Emin Çölaşan (646); 5. Çetin Altan (631). 3. SIRADA BEN FAKİR Yurtsan Atakan bildiğim kadarıyla çok iyi bir bilgisayar uzmanı. Bir yöntem ve hesaplamaya göre bir sonuç çıkarmış. “Bir bakıma yazarın etkinliğini ölçen ama bilimselliği olmayan, eğlencelik bir araştırmadan ibaret. Öte yandan sonuçları açık, net ve itiraz edilemez olduğundan son derece objektif bir araştırma da” diyor. Çıkan sonuca göre 50 yazar arasında üçüncü etkili köşe yazıcısı ben fakir. Benim önümdeki iki yazıcı televizyonlarda da çalışan çok popüler insanlar. Yani ilk iki ile üçüncü arasında bir “image” eşitsizliği var. Ölçü tanınmak, popüler olmak, çok okunmak değil de “en etkili olmak” ise en etkili olmak isterim. Edebiyattan geldiğim için etkili olmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilirim. Edebiyatta yazınsal (edebî) değer çok okunmakla, popüler olmakla değil etkili olmakla, yol açıcı olmakla, yenilik yapmakla ölçülür. Örneğin çağdaş şiirin çok genç yaşta ölen üç büyüğü (Aloysius Bertrand, Comte de Lautréamont ve Arthur Rimbaud) yaşarken kitaplarının 50 adet satıldığını görmemişlerdir. Zaten Aloysius Bertrand’ın tek kitabı Gaspard de la Nuit (Kırmızı Yayınları) şairin ölümünden sonra yayınlanmış ama en başta Charles Baudelaire’i etkilemiştir. Baudelaire, bu etkiyi Paris Sıkıntısı’nın (Spleen de Paris) önsözünde kendisi itiraf eder. BEN YAZARIM OKUR, OKUR Açıkça ve içtenlikle yazmam gerekirse: Az okunmadığımı bilmeme karşın, çok okunmayı (çok bilinmeyi) değil etkili olmayı tercih ederim. Örneğin milletvekilleri arasında bir araştırma yapın, en çok hangi şairi beğendiklerini sorun, size Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, N. F. Kısakürek ve belki Nâzım Hikmet’in adını vereceklerdir. Ama size yemin ederim ki beğendikleri şairleri ciddi olarak okumamışlardır. Belki de hiç! Son zamanlarda giderek artan bir yükselişle benimle tanışmak isteyenlerin sayısında bir artış var. Beni tanıyanlara ricada bulunuyorlar. Böyle şeylerle ilgilenmem. Beni beğenen kişi, yüzde doksanı tükenmiş olan kitaplarımı okur. Ölçü budur! Yazdığım yazıları okurlarla bir kez daha konuşmak onların canlı onayını almak için öyle can atmam. Aslına bakarsanız, okurla yüz yüze gelmek değil, okunmak ilgilendirir beni. Ben yazarım, okur da okur. İmza günü falan yapmam. Bilindiği gibi, hiçbir televizyon tartışma programına katılmam. Çünkü yazdıklarımı, düşüncelerimi horoz dövüşü sınavına sokmayı kabul edemem. Beni okulların, üniversitelerin sınıfları, amfileri; alın terinin akıtıldığı fabrikalar ve tarlalar ilgilendirir! Beni büyüleyen görüntü: Bir yemek masasının, dikiş makinesinin üzerinde, bir okul ya da iş çantasının içinde duran bir Özdemir İnce kitabı!