Çarşamba günkü yazımdan bir alıntı yapmak istiyorum. Prof.Dr.Nilüfer Göle’yi bütün kalbimle tenzih etmek isterim.
Ama kurduğu cümle Cumhuriyet’ten önce Cumhuriyetçilerin parçalanmasını hayal eden düşmanlarının takınaklarını dile getiriyor: “Avrupa projesi içinde pek çok solcunun ve Atatürkçü’nün de yer aldığını gördük. Bu iş en başta Kemalistlerle Atatürkçülerin sıkı bir şekilde birbirinden ayrışmasına yaradı bence. Atatürkçülük kurtuldu ve Kemalistler Avrupa projesine karşı bir konuma geçtiler. Lideri olmayan bir Atatürkçülük hareketi oluştu.” (Hürriyet, 02.01.05)
Kemalizm ile Atatürkçülük bir ve aynı şeydir. Birbirinden ayrılmaz, çünkü Cumhuriyetçilik her ikisini de kapsar. En doğrusu Kemalizm ve Atatürkçülük yerine Cumhuriyetçilik kavramını kullanmaktır. *** 15.12.04 tarihli Le Monde soruyor: “Sınırlara gelecek olursak, Ermenistan sınırı hâlâ kapalı. Bu durum Avrupa düşüncesi ile bağdaşır mı? Ermeni-Türk barışmalı ne zaman gerçekleşecek?” Prof.DR.Nilüfer Göle’nin yanıtı şöyle: “Genç cumhuriyetin geçmişi yeniden ele almak konusunda birçok sıkıntısı var. Osmanlı imparatorluğundan Cumhuriyet’e geçiş radikal karakteri yüzünden sorunlar yarattı. Bugün, İslam’ın kimliksel etki alanı bizim İslamî ve Osmanlı geçmişimizle ilişkimizi bir tür normalleştirme tarzıdır. Çünkü bu geçiş her zaman çok net değil. Bir kopuşma var ama aynı zamanda bir devamlılık da söz konusu. Ve, Ermeni olayına gelince, devamlılık mı söz konusu yoksa kopma mı ya da ikisi bir arada mı, bilinmiyor. Eğer soykırımın kabul edilmesi bunca sorun yaratıyorsa, Türklerin ve Cumhuriyet’in bu kimlik bağına ilişkin olduğu içindir. Bu sorun aslında Türk kimliğinin sorunudur. Bundan kurtuluş yok, öyle ya da böyle yaşanacak. Bu, Cumhuriyet için bir olgunluk sınavı olacak.” (Le Monde, 15.12.04)
Prof.Dr.Nilüfer Göle dönüp dolaşıp sorun çıkartan Türk kimliğinin (Kemalist kimliğin) ve Cumhuriyet’in (Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin) geçmişle yüzleşmesi zorunluluğuna getiriyor. Yüzleştiği zaman ne olacak?
“Avrupa’nın ve Türkiye’nin yeni gündemi, daha doğrusu bitmemiş gündemi Ermeni meselesidir.[...] Biz bunu kendi vatandaşlarımızla, kendi vicdanımızla, kamuoyumuzla ama kamuoyuna teslim olmadan tartışmalı, inisiyatifi ele almalıyız. Birtakım konulara gözümüzü kapatarak yaşayamayız artık. Tabii ki burada asıl rol tarihçilere düşüyor. Bu konuda çalışan tarihçiler var zaten. Ama nasıl ki Kürt meselesi, İslâm meselesi kamuoyunda tartışılabilir hale geldiği için mesafe alabildik, Ermeni meselesi de öyle olmalı. Avrupa istiyor diye değil, kendi vicdanımızdan hareketle tartışmalıyız. Her tabu konuda olduğu gibi kavramlar etrafında çatışmalar sorunun varlığını gösteriyor. Tehcir mi, kıyım mı, katliam mı, trajedi mi, karşılıklı etnik temizlik mi?” (Hürriyet, 02.01.05) *** Ermeni sorununu bir tabu olarak tanımlamak çok yanlış! Kamuoyu bir Ermeni olayı olduğunu biliyor, olayın varlığını kabul ediyor ve olayın bir tarafında kendisinin de bulunduğunun elbette farkında. Ama bu olayın “Soykırım” olarak tanımlanmasını gerçek dışı ve kendisi için aşağılayıcı buluyor. Bu durumda “kamuoyuna teslim olmadan tartışmak”, soykırım kavramının kabulü anlamına gelmiyor mı? Geliyor! Zaten Ermeni devleti ve Ermeni diasporası “Türkiye soykırım kavramını kabul etmeden masaya oturmam” diyor. Peki soykırım tanımlamasını kabul ettikten sonra neyin nesi tartışılacak? Türkiye ile Ermenistan geçmişi herhangi bir tanımın parantezine almadan tartışmalıdır. Tartışmanın sonu hangi tanıma uyuyorsa, o kavram kullanılır. Bu durumda Ermeni Sorunu’nu tabu olarak tanımlamak Türkiye’ye yapılacak ciddi bir haksızlık değil midir? Üstelik Ermeni tezinin savunucusu Taner Akçam, Avrupa Parlamentosunun hakem seçtiği Halil Berktay ve resmi görüşten uzak duran Baskın Oran dilediklerini özgürce yazarken... *** Masamın üzerinde, George Jerjian’ın yazdığı “Gerçek Bizi Özgür Kılacak, Ermeni ve Türk Barışması” (Belge Yayınları) adlı bir kitap duruyor. Kitabın son cümlesini aktadıyorum: “Kinzer ‘Türkiye’nin yaşaması için devletin ölmesi gerekiyor’ diye yazıyordu. Devleti öldürmenin ve Türkiye’yi yaşatmanın anahtarı Ermeni soykırımının kabul edilmesinde ve uzlaşma aranmasında yatıyor...” (S.75) Prof.Dr.Nilüfer Göle bize ne tavsiye ediyor bu durumda; kendi kamuoyumuza teslim olmayıp Ermeni kamuoyuna mı teslim olalım?