SİYASAL rejimlerin yapılarının, ekonomik, toplumsal ve zihinsel yapıların izdüşümlerini gündelik hayatta apaçık görmek mümkündür. Siyasal, ekonomik, toplumsal ve zihinsel yapılar bir ideoloji bileşkesi yaratarak gündelik hayatı belirler.
Öyle ki bir caddede, bir sokakta, bir lokanta ve kahvede, bunların bulunduğu ülkenin hangi siyasal ve inançsal rejimle yönetildiğini anlayabiliriz. Doğal olarak bunların Avrupa Birliği standartlarına uygun olup olmadığı da gündelik hayatın bireyler üzerindeki yansımalarında(n) ortaya çıkar.
* * *
Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın yorumlarına katılıp katılmamam, terminolojiye yansıyan bakış açısı benim açımdan hiç önemli değil. Benim için önemli olan "Türkiye’de Farklı Olmak-Din ve Muhafazakárlık Ekseninde Ötekileştirilenler" araştırma raporunun tanıklık ettiği toplumsal olgular. Bu olgularda, ben, "Batı’nın teknolojisini alalım, gelenek ve göreneklerimizi (tıpkı Japonlar gibi) koruyalım" zihniyetinin (!) yansımalarını buluyorum. Bu, modernlik ve çağdaşlığı teknolojiye indirgemekten başka bir şey değil.
Prof. Dr. Toprak’ın raporunun bize yansıttığı toplum, bir ortaçağ toplumu. Bu toplumun tamamının cep telefonu kullanması; bütün evlerin beyaz ve kahverengi eşya ile dopdolu olması; nüfusun yüzde bilmem kaçının araba kullanması hiç önemli değil. Belki istatistik olarak AB için bunlar da önemlidir. Ama bu yapay AB ailesi için önemli olan bireyin bireysel özgürlüğünü kısıtsız kullanabilmesi, insan haklarının yüksek düzeyi, demokratik bir rejim ve demokratik bir eğitim ve gündelik hayat!..
Bu rapor, araştırmanın yapıldığı bölge ve kentlerin AB normlarına uygun bir gündelik yaşama sahip olmadığını gösteriyor. Demek ki AB müktesebatının içerdiği hukuk buralarda geçerli değil. Türkiye tek boyutlu bir insana ve tek boyutlu bir topluma doğru pupa yelken gitmekte. Bu toplum şu anda Avrupa Birliği’ne giremez. Gelecekte ise (bu gidişle) hiç giremez!
* * *
Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın araştırma raporunun sonuçlarını kişisel deneyimlerimle, okumalarımla ve başkalarının tanıklıklarıyla birleştirdiğimiz zaman bakın neler görüyoruz:
AKP hükümet ve iktidarının karşı devrimci politika ve baskıları + cemaat ve tarikatların (Nakşibendi, Nurcu, Fethullahçı, vb.) baskıları + Ülkücü Gençlik (MHP) ve Alperen Ocakları’nın (BBP) şiddete yönelik baskıları + mahallenin geleneksel baskısı... Bütün bunların toplamı, Türkiye toplumunu hızla ortaçağ zihniyet ve gündelik yaşamına doğru geri çekmektedir. Bu zihniyet ve bu zihniyetin yansımalarını taşıyan gündelik hayat içine sıkışmış, dinsel ve siyasal baskıların yönlendirdiği bir toplum AB’ye giremez.
Daha somut bir ifadeyle söyler ve örneklendirirsek: Türkiye 1950 öncesinin toplumsal ve bireysel yaşamıyla AB’ye girebilirdi. Ama 1980 sonrasının Türkiyesi asla!..
* * *
Türkiye toplumunun AB’nin modern toplum standartlarına uygun olması ya da olmaması ne AB ne de ABD için sanıldığı kadar önemlidir!
AB ve ABD, İslami standartlara uygun (AB dışında kalmış) bir Türkiye toplumu ile birlikte yaşayabilir. Tıpkı İslami standartların egemen olduğu gerici Arap rejimleriyle gül gibi geçindiği gibi. Ancak ve sadece AB normlarına uygun bir gündelik yaşamı olan Türkiye’nin (bütün sakıncalarına karşın) geleceğe yönelik bir umudu olabilir. Fakat Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın araştırma raporu, bu umudun giderek sönmekte olduğunu kesinlikle kanıtlıyor.