12 Eylül referandumu sonuçlarıyla birlikte tarihe geçecek ve çok uzun süre gündemde kalacak. Tıpkı ilk 12 Eylül gibi: Birinci 12 Eylül, İkinci 12 Eylül. Birincisinin trajik sonuçları oldu, kronik travmalar yarattı. İkincisi de ayrı etki ve tepkileri yaratacak.
* * *
Benim için 12 Eylül referandumu öncesini ve AKP iktidarının gerçek hedeflerini en iyi kavramış yorumlardan biri 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 89 yaşındaki kızı Nilüfer Bayar Gürsoy’dan geldi:
“Geniş tabanlı mutabakat aranmadan bir partinin, iktidarın getirdiği bu anayasa değişikliğine bakacak olursak, bir maddenin öne çıktığını görüyoruz. O da yüksek yargıyı iktidar partisinin emrine bağlamak. Yargı bağımsızlığını yok etmek. Ülkede işsizlik, terör, Doğu sorunu ve her ne kadar üzerinde durulmuyorsa da eğitim sistemi gibi birçok ciddi sorun varken, anayasa değişikliği paketi aceleye getirilerek halkın önüne konuldu. Ama ‘sivil anayasa yapıyoruz, eksikse daha genişini yaparız, yapacağız, sözleriyle kandırmayı bıraksınlar. Hesap sorulacaksa neden 27 Mayıs’tan başlanmıyor? Darbe karşıtlarını kendilerine çekebilmek için yapılan bu demagojiler düpedüz tuzak. Darbe yaparken darbeci anayasaya mı bakıyor? Darbelere karşıyım. Dar bir çerçevede tek bir partinin görüşüne göre bu anayasa değişikliği de yanlıştır.” (Hürriyet, 02.09.10)
27 Mayıs ve 12 Eylül’ün başta gelen mağdurlarından biri olduğunu açıklayan Bayan Gürsoy, “27 Mayıs’ta dar bir zümrenin ele geçirdiği kuvvet ve sahiplendiği yargı mekanizması ile Yassıada Mahkemesi’nde neler yapıldığını gördük. Yargının bağımsızlığı esas olmalıdır. Anayasalar bir zümreyi, bir partiyi kayırıcı olmamalıdır” demiş.
* * *
Mükemmel bir yorum. Bu yoruma kendi yorumumu ekleyeceğim. Yorumumda 12 Eylül referandumunun sonuçlarının hiçbir değerlendirme etkisi olmayacak. Ben İslamcı zihniyetin topografyasını çıkartacağım. Söz konusu olan demokratik sağ değil!
Roma İmparatorluğu döneminde bir senato, bir cumhuriyet (demokrasi) uygulaması vardı. Sezar bile senatoya karşı kendini sorumlu hissediyordu. Roma İmparatorluğu’nun resmi din olarak Hıristiyanlığı seçmesinden sonra ortaya “teklik” simgesi çıktı: Tek devlet, tek din ve tek Sezar.
Siz şûra ve istişare mavrasını bir yana bırakın, Müslüman dünyasının ideali de her zaman tek devlet, tek din, tek (emir, melik, şah, padişah) olmuştur.
İslamcılara sorun bakalım: Çoğulcu demokrasi mi isterler yoksa tek devlet, tek din, tek parti ve tek (ömür boyu) devlet başkanı mı?
Gene İslamcılara sorun bakalım: “Teklik” ideallerini sonsuza kadar gerçekleştireceğine inansalar, hükümet darbesine razı olmazlar mı?
Onların karşı oldukları darbe İslamcı idealleri gerçekleştirmeyi referans almamış darbelerdir. En iyi, en büyük darbe kendi darbeleridir. Kendilerinden olmayan darbelere karşı çıkıyorlar ve bu karşı çıkışı demokrasi olarak sunuyorlar. İslamcı liderlerin en büyük amacı ilkin Başkan olmak ve daha sonra bu başkanlığı ömür boyu uzatmaktır. Referandum bahane!