BAŞBAKAN "Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu.
Acaba kazandık mı? Bunların üzerinde durarak düşünmek lazım. Aklıselim ile bunların üzerinde düşünülmedi. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Bu hatalara zaman zaman biz de düştük" dedi ve gene ortalığı karıştırdı.
Demek ki gizlenmek istenen bir şeyler var.
Başbakan haklıdır, Rum garsonların gitmesinden sonra İstanbul meyhanelerinde servis kalitesinin düştüğü yıllardır söylenir. Pire lokantalarında çalışan Rum garsonlar da Türklerin verdiği bahşişleri özlemle yad ederler.
Başbakan’ın söyledikleri de böyle bir şey. Ama dünya ve Balkanlar bunları ciddiye almakta.
* * *
İlkin kendi konumumu tespit edeyim: Hayatın boyunca, "Biz böyle yaptık ama onlar da yapmıştı" demedim. Aslında birbirine bağlı ve bağımlı olayları bağımsız ve bağlantısız olarak değerlendirmeye çalıştım. Bu nedenle, ulus devletlerini kurarken Balkan ülkelerinin bol bol döktüğü "Müslüman" kanını masaya sürmeyeceğim, sürmem. 1821-1921 yılları arasında Helenizmin işlediği cinayetleri, tehcirleri de hatırlatmam. Bulgar mezalimini öğrenmek isteyenlere Hüseyin Recai Efendi’nin "Zağra Müftüsünün Hatıraları"nı tavsiye ederim.
Başbakan’ın iddiaları ciddi bir tarih eleştirisi karşısında kar gibi erir gider. Silahşörleri ile tartışmanın da herhangi bir faydası yoktur. Çünkü "Kurtuluş savaşı yapmanın hiç de gereği yoktu" bile diyebilirler, ki demişlerdir.
* * *
1930’larda "komünist", karısını başka erkeklerle paylaşan deyyus anlamına geliyordu. 1960’larda buna zenginlerin malını elinden alan haydutlar yorumu da eklendi. Üretim araçlarının bireylerin elinde olmayıp devlet elinde toplanması anlamına geldiği düzeyine hálá ulaşılamadı.
"Faşist" ve "faşizan" sıfatları da öyle. 1920’lerde, 30’larda saygın bir sıfattı. O yıllarda dünyanın yüzde 95’e yakın ülkesi bu rejimle yönetilmekteydi. Bu iki sıfat ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra saygınlığını yitirdi.
Başbakan isterse aziz dostu Berlusconi’ye sorsun. Bir romantik örgütün başkanlığını paylaştığı İspanya başbakanına sorsun.
Şu çok beğenilen "geçmişle yüzleşmek eylemi" bir siyasal ve entelektüel mastürbasyondan başka bir şey değil aslında. Yüzleştin de ne oldu? En azından ülkeden kaçan Ermeni ve Rumların mallarının üzerine oturanların elinden gasp ettiklerini geri alacak mısın? Trakya’da tehcir edilen Yahudi vatandaşlarının dramına çözüm getirebilir misin? 6-7 Eylül saldırılarını düzenleyen zamanın iktidar partisine "aziz" muamelesi yapmaktan vazgeçecek misin?
* * *
Başbakan’ın aldığı eğitim bu türden toplumsal olayları anlamaya elverişli değil. Ama durumuna denk düşen atasözlerimiz var: "Lafla peynir gemisi yürümez", "Halep ordaysa arşın burada." Aç tamir kutusunu ve başla tamirata! Elini tutan mı var?
Kendisine 6-7 eylül mağdurlarından gerçekten özür dilemesine olanak sağlayacak bir jest önereceğim. Arasında iyi öğrenim görmüş, Türkçe ve Yunanca’yı çok güzel konuşan, iki halkı ve iki kültürü çok iyi tanıyan çocuklar var, Herkül Milas gibi. Bunlardan birini Atina’ya TC Büyükelçisi olarak tayin ettirsin. Azınlıklara bazı konularda pozitif ayrımcılık uygulasın.
Son söz: Başbakan, tek parti döneminin, DP dönemi tevkifatlarının, bütün darbelerin hedef tahtası yaptığı Türkiye solundan da herhangi bir özür dilemeyi düşünüyor mu acaba?