Bakkal biliyor sosyolog maval okuyor

BAKKAL, AKP’nin belediye seçimlerini büyük bir farkla alacağını söylüyor. Çünkü boş bir apartman dairesine, seçmenlere dağıtılacak paketleri şimdiden yığmaya başladıklarını görmüş.

Bu cümledeki "Bakkal" sözcüğünü mahalle esnafı olarak düşünün ve sayısını çoğaltın. AKP ve belediyeleri kim bilir hangi zulalara erzak ve avanta depolamaktadır şimdiden.

Bu avanta ve erzakın mali kaynağı, AKP’nin parti kasası değil, devlet hazinesi. O zaman ortada meşru olmayan bir şeyler var. Devlet hazinesinden avanta dağıtılacaksa, öteki partilere de pay ayrılsın, onlar da dağıtsın, onlar da yararlansın bari(!).

SADAKA EKONOMİSİ

Avanta ve erzak dağıtma yöntemi için yıllar önce yaptığım "sadaka ekonomisi" tanımı artık ortak dile girdi, herkes "sadaka ekonomisi" olarak adlandırıyor bu yöntemi.

Yapılan son araştırmalara göre AKP’nin oy oranı yüzde elliyi geçmiş. Bu sadaka ekonomisi ile daha da geçer. İyi de sosyolog(lar) ne diyor bu işe?

Sosyolog, çevrenin merkeze geldiğini, sermayenin el değiştirdiğini, laik elit(!) tarafından ezilen çevrenin bilinçlenerek kendinden olan’ı tercih ettiğini ileri sürecektir.

Bir söyleşide tuhaf şeyler söyleyip ortalığı karıştıran Nur Vergin Hanım’a "bir sosyolog olarak" herhangi bir sözüm yok. Erbakan zamanında İslamcı tayfasıyla epeyce yakın ilişkileri olan bir hanıma ne söyleyebilirim? Türban taksa da, başını örtse de kendisine "insan" olarak hiçbir şey söyleyemem! Ama söylediklerini de "tarafsızlık" karantinasına alırım. Bu nedenle Nur Vergin Hanım’ın "sosyolog olarak" konuşma hakkını yitirdiğini düşünüyorum.

Benim sözüm, Ertuğrul Özkök de aralarında olmak üzere öteki sosyologlara.

AKP’nin oyunun yükselmesiyle çevre-merkez ilişkisinin, ayakların baş olma hayalinin hiçbir ilişkisi yok. 1950’lerde, cılız bir sanayi ortamında, ilk sendikaları, ilk konfederasyonları kuran, 1960’larda ilk ve tek sınıf partisi olan Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunu destekleyen işçi sınıfına ne oldu? Sanayileştiği ileri sürülen bir ülkede işçi sınıfı, ters orantılı olarak, neden güçsüzleşsin? Üstelik Türkiye emekçisi, ABD ve AB ülkelerinin işçileri gibi emperyalizmden ve küreselleşmeden pay da almıyorlar!

Ben bir ipucu vereyim: 1950’lerde ilk yasal haklarına kavuşan, 1961 Anayasası ile rüştünü kanıtlama olanağına kavuşan Türkiye emekçileri, önce 12 Eylül darbesinden, sonra AKP iktidarından itibaren Japon, Güney Kore ve Çin emekçilerinin (sendikasız, grevsiz, sosyal sigortasız, emekli hakkından yoksun) koşullarına doğru itiliyor. Sendikal ve sosyal hakları elinden alınıyor, işverenin insafına terk ediliyor.

Sosyologlar ahkám kesmeden önce bu konuda biraz araştırma yapsınlar.

ORTAÇAĞ’A GEÇİŞ!

Emeği ile geçinen insanların, sendika yerine tarikat ve tekkeleri tercih etmelerinin; alın terinin yasal ve meşru karşılığının kendilerine ücret olarak dönmesi gerekirken sadakaya dönüşmesine razı olmalarının toplumsal (sosyal) psikolojideki yerini sosyologların mutlaka bulmaları gerekiyor. Ben, sendika kapısını bırakıp tarikat kapısından giren emekçinin, ülkenin siyasal ve ekonomik geleceğini dinamitleyeceğini düşünüyorum. Bu, Ortaçağ’ın din tabanlı lonca, ahilik ve fütüvvet düzenine gidiş için sosyologlar ne diyor?
Yazarın Tüm Yazıları