’NEDİR bu babalardan çektiğimiz?’ Bu cümle hayatım boyunca söylediğim en gerçekçi, en doğru cümlelerden biridir!
Tanbey 12 yaşındaydı. Hiçbir hazırlık kursuna gitmeden Ankara Anadolu Lisesi’ni ilk beşte ya da onda kazanmış parlak bir öğrenciydi. Zaten daha sonra üniversiteye giriş sınavlarında sadece Hacettepe Tıp Fakültesi’ni yazarak kazandı. Ön sıradakilerden biriydi. Kendini sıksa, başkalarıyla yarışmayı istese, bütün sınavlarda birinci olabilirdi. Zaten şu anda bulunduğu yer ve donanımı bunu kanıtlıyor.
TANBEY’İN 10 LİRASI
Evet, Tanbey 12 yaşındaydı. Üniversiteyi bitirinceye kadar her sabah kapıdan uğurladım. O da her sabah bir oyun olarak elimi öptü. Her sabah "Harçlığın var mı?" diye sorardım. O da "Var, annem verdi!" derdi.
Bir sabah zorla on lira verdim. İstemeyerek aldı. Birkaç gün sonra, okula gitmeden önce odasına gittim "Paran var mı?" diye sordum. "Yok!" dedi.
Nasıl olmazdı, daha iki gün önce 10 lira vermiştim. Parayı hesaplı harcamalıydı. Bu çıkışmam üzerine ağlamaya başladı. Hemen sarıldım, ben de ağlamaya koyuldum ve o ünlü cümlemi söyledim: "Nedir bu babalardan çektiğimiz!" dedim ve özür diledim.
Annesine anlatmış, bana anlatmadı: Okulda gazoz içerken 10 lira çıkardığını gören çocuklar, "Bize de ısmarla!" demişler. O da herkese ısmarlamış ve para bitmiş.
SÖYLENMEYEN SELAMLAR
Tanbey’i bakkala falan bir şey almaya gönderdiğim zaman tıpkı babam gibi ben de oğluma, "Babamın selamı var demeyi unutma ha!" diye tembih ederdim. Tanbey bunun aramızda bir oyun türü olduğunu bilirdi. "Elbette!" derdi. Ama söylemediğini bilirdim.
Babam beni karpuz ya da bir şey almaya gönderdiği zamanlar mutlaka, "Babamın selamı var demeyi unutma!" derdi.
Karpuz iyi çıkınca bunun hikmetini kendi selamında arardı. Kabak çıkınca da "Selamımı neden söylemedin?!" diye dayak atardı.
Oysa ben hiçbir satıcıya babamın selam söylediğini söylemezdim.
OKUMANIN BİR YAŞI VAR
Bir gün bir arkadaşımla yemek yiyorduk bir meyhanede. Arkadaşım bana Tanbey’in neden öteki öğrencilerle birlikte duvarlara devrimci afiş yapıştırmaya gitmediğini sordu.
"Kendi bilir, ne yapacağına kendisi karar verir, ben karışmam!" dedim. Arkadaşım, "Sen ne biçim devrimcisin?" diye çıkışarak beni kınadı.
O dönemde, o günlerde Tanbey’in liseli yaşıtları ya kurşunlanıyor ya da hapse giriyordu. Ben ve annesi o yılların cehenneminde tek çocuğumuzun eve dönmesini kıvranarak beklerdik.
Tanbey’e hiçbir gün şunu oku, bunu oku, demedim. Evde Türkçe, Fransızca, İngilizce binlerce kitap vardı. Alıp istediğini okuyabilirdi. Kendi özel kitaplığı da vardı.
Tıbbiyeyi bitirdiği hafta kitaplığıma gitti, Engels’in "Doğanın Diyalektiği"ni ve Charles Darwin’in "Türlerin Kökeni"nin İngilizcelerini aldı. Okuduktan sonra bana gelip "Bu kitaplarda yazanlar biyolojide, moleküler biyolojide okuduklarımla örtüşüyor!" dedi.
Ben bu yazıyı, "Bilimi de, dini de okumanın bir yaşı vardır! Çocuklarımıza işkence etmeyelim!" diyebilmek için yazdım.
Not: Bu yazıyı aylar önce yayınlayacaktım. Kısmete bakın bugün Anneler Günü imiş!