AZINLIKLARLA ilgili bir yazı dolayısıyla, "Mahşerin Üç Kitabı" (Doğan Yayıncılık 2005, S.259) adlı kitabımı karıştırırken okuduğum "Aydınlık Suçu" başlıklı yazımı, adını değiştirerek yaklaşık 14 yıl sonra tekrar yayınlamayı düşündüm.
Daha doğrusu gereksinim duydum. Yazı önce Yeni Yüzyıl Gazetesi’ndeki köşemde (15.02.1995), sonra "Bu Ne Biçim Memleket" (Telos Yayıncılık, 1996) adlı kitabımda yayınlanmıştı. Kimliği ve kişiliği çağlar boyu tartışılan aydın için neler yazmışım bakalım:
KÖR İNANCIN PARANTEZİNDE DEĞİL
"Okumuş adam", "kültürlü adam", "kafa emekçisi", doktor, avukat, öğretmen, yönetici, vb. ile "aydın" arasında kalın bir duvar vardır. Pratik bilgi teknisyenleri diyebileceğimiz beyaz yakalılar, diplomalarının sağladığı bilgiyi satarak hayatlarını kazanırlar. "Aydınlık", hayat kazanma tarzı olmadığı için bir meslek değildir. Toplumsal bir tiptir aydın. Aydın, pozitivizm ve aydınlanma çağının ürünü olan bir tiptir: inancı (imanı) değil, mantığı ve düşünceyi seçmiştir, deney ve eleştiriyi seçmiştir. Aydınlık diploması veren okul yoktur; aydın oluş babadan oğula geçmez; aydınlık atama yoluyla da elde edilen bir görev değildir; aydınlık ihale edilmez; aydını hiçbir güç görevden alamaz.
Aydın, sorumluluk duyan bir kişidir ve bu sorumluluk duygusu kendiliğindendir; bu duygu aydına görev olarak verilmiş, ihale edilmiş değildir. Aydın, "üstüne vazife" olmayan işlere burnunu sokar, kendisini ilgilendirmeyen (karıştığı işlerde kişisel çıkarı yoktur) işlere karışır. Karışır ama mahallenin namusunun bekçisi de değildir. Bu nedenle başta devlet olmak üzere, egemen sınıflar ve güçler sevmezler aydını. Çünkü aydın, kişiliğiyle, varlığıyla, eylemiyle bir düzen değiştirmiştir; bu dünyanın kutsal düzenini değiştirmiştir. Bunu, Dostoyevski’nin Cinler’inin ak saçlı yüzbaşısı fark etmiştir. Bu nedenle şöyle haykırır: ’Tanrı yoksa benim yüzbaşılığım neye yarar?’ ya da ’Tanrı yoksa ben neyin yüzbaşısıyım?’
Yine bu nedenle, ’Egemenlik ulusundur!’ ilkesini Meclis duvarına yazdıran aydına, aynı yüzbaşı ya da Müslüman köktendinci ’Egemenlik Allah’ındır!’ diye karşılık verir. Devlet gibi, egemen sınıflar gibi, (varsayımsal olarak) Tanrı da hoşlanmaz aydından. Çünkü, düşünce dizgesi ve vicdanı özgürdür aydının, bir önyargı ya da kör inancın parantezi içinde değildir. Aydın bir kez ’evet’ derse, doksan dokuz kez ’hayır’ der. Bu nedenle globalleşen dünyanın yeni sahipleri olan ’hür teşebbüs’ ve medya dünyası da sevmez aydını. Hele aydının yazar olanını hiç mi hiç sevmez. Bu nedenle, 12 Eylül’den sonra, aydının Frenkçesi olan ’entelektüel’ sözcüğünü ikiye bölüp ’entel’ ve ’lektüel’ yapmıştır. ’Entel’ şimdilik belli: kuraklığın, enflasyonun, rüşvetin, şiddetin, Avrupa Birliği’ne alınmamanın ve belki de palazlanan mafyanın nedenidir bu ’enteller’ (!). Güya, entel sıfatını barlara ’takılan’ yarı aydınlara vermişler. Unutulmasın; yarı bakire olunamayacağı gibi yarı aydın da olunmaz. Aydın (entelektüel) ve entelektüalizm düşmanlığı faşizm illetinin ilk belirtileridir. Son günlerde medyada ve sokakta tanık olduğumuz da budur. Bu nedenle; dünyanın bütün aydınları birleşiniz!"
SON CÜMLEYİ KESİNLİKLE YAZMAZDIM
Bu yazıyı şimdi yazsaydım son cümlesini kesinlikle yazmazdım. Dünyanın bütün aydınlarının birleşmesi gerekmez. Gerekmez, çünkü aydının arkası, dayısı, sürüsü olmamalı! Biraz düşünelim bakalım: Aydın tanımına uyan sabık ve sakıt solcu var mı? AKP hükümetinin izinden giden İslamcılar, neoliberaller "münevver" sayılabilir mi?