Paylaş
İSTANBUL’A GELİŞ
[17 Mart 1985’te İstanbul havaalanına ayak bastık. Türkiye’de Türk yazarlara yapılan zulüm ve işkence iddialarını araştırmak üzere uluslararası P.E.N. adına Türkiye’yi ziyaret ediyorduk. Yolculuğumuz bir terslikle başladı. İki bavulum vardı, biri gelmemişti. Başka şeyleri bir yana bırakalım, çorapsız kalmıştım. Bu yüzden Arthur bana kendi çoraplarından verdi. Pek de güzel çoraplardı. Dayanıklı. Onlarca yazarla tanıştık. Hapishanelerde işkence görmüş olan yazarlar hâlâ titriyorlardı ama bize içki ikram etmekte ısrar ediyor, titreyen şişelerden kadehlerimize içki dolduruyorlardı. Yazarlardan birinin karısı konuşamıyordu. Kocasını hapiste görünce bayılmış ve konuşma yetisini kaybetmiş. Kocası şimdi dışarıdaydı. Yüzü kocaman, kapanmaz bir yırtık gibiydi.
ELÇİLİKTE YEMEK
O sıralarda Türkiye’de, Birleşik Amerika’nın yüzde yüz onayıyla askeri diktatörlük vardı. Bizim geldiğimizi duyan Amerikan büyükelçisi, akıllıca bir iş yaptığını sanarak Arthur onuruna Ankara’daki Amerikan büyükelçiliğinde bir akşam yemeği verdi. Ben de Arthur’un yol arkadaşı olduğum için beni de davet etmek zorunda kaldılar. Daha ağzıma bir lokma bir şey koymuştum ki kendimi Amerika’nın siyasi müsteşarıyla Türkiye’de işkence olup olmadığı konusunda azılı bir tartışma içinde buldum.
Bu zırıltı yemek boyunca neşeli bir şekilde sürdü, sonunda Arthur konuşma yapmak üzere ayağa kalktı. Onur konuğu olduğu için söz onundu ve o da sözünü hiç sakınmadan söyledi. Demokrasi terimini ele aldı ve demokratik bir ülke olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyada, şu anda bulunduğumuz ülke de içinde olmak üzere, neden askeri diktatörlükleri desteklediğini sordu. “Türkiye’de,” dedi, “düşünceleri yüzünden hapiste olan yüzlerce insan var. Bu eziyeti Amerika destekliyor ve sübvanse ediyor. Bizim demokratik değerler anlayışımız nerede kaldı?” diye sorarak sözlerini bitirdi. Sözleri çok açıktı. Büyükelçi bu konuşmaya teşekkür etti
Yemekten sonra bir süre başımı belaya sokmamak için tablolara bakmaya gittim. Birden büyükelçi ile yardımcılarının bana doğru seğirttiklerini gördüm. Neden Arthur’un yanına gitmediler de benim yanıma geldiler, bilmiyorum. Belki de Arthur’un boyu onlara fazla uzun gelmişti. Büyükelçi bana, “Bay Pinter, buradaki durumun, gerçeklerin farkında olduğunuzu sanmıyorum. Unutmayın, Ruslar yukarıdaki sınırın hemen üzerinde oturuyorlar. Siyasal gerçekleri unutmamak gerekir, diplomatik ve askeri gerçekleri.”
ELÇİLİKTEN KOVULMA
“Ben bir tek gerçekten söz ediyorum,” dedim, “cinsel organlarınıza elektrik verilmesi gerçeği.” Büyükelçi, nasıl derler, şöyle bir diklendi ve bana, “Sör, siz burada konuksunuz,” diye parladı. Hani nasıl derler, yüzgeri dönüp gitti, yardımcıları da. Birden yanımda Arthur belirdi.
“Galiba kovuldum” dedim. Arthur hiç duraksamadan, “Ben de seninle geliyorum” dedi. Ankara’da -gönüllü bir sürgün olan- Arthur Miller ile birlikte Amerikan Bü-yükelçiliği’nden kovulmak hayatımın en gurur verici anlarından biriydi.]
(Yarın devam edeceğim.)
Paylaş