ANAYASA’nın Türk vatandaşlığıyla ilgili 66. maddesini birlikte okuyalım:
‘Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarda kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkartılamaz...’
SAYMIYORSA SAYMASIN
Bu maddeyi beğenmeyip keramete kıç attıran şu soruyu soranlar da var: ‘Peki, anası ya da babası, kendini Kürt veya Arap ya da Gürcü vs. sayıyorsa ve ‘çocuk’ da kendisini anasına babasına bakarak öyle tanımlıyorsa ne yapacağız?’
Soruya cevap: Hiçbir şey yapmayacağız. Yasalar genel, doğal, tümel durumlar göz önünde tutularak kaleme alınır. Otobüs yolcuları arasında bile bir tür dayanışma ve kardeşlik duygusu oluşur. Türk Cumhuriyeti ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kendini Türk saymıyorsa yapılacak herhangi bir şey yok. Ancak kendini Türk hissetmese de vatana bağlılıkla bağdaşmayan herhangi bir eylemde bulunmayacak. Hukuk ve yasalar belli!
KOCA BİR YALAN
‘Ne yapacağız?’ diye sorduktan sonra, şöyle devam ediyorlar: ‘Bunlar ‘Anayasal suç’ mu işlemiş olacaklar? Buradaki haliyle ‘Türk’ bir ‘etnik çağrışım’ yapmıyor mu?...’ Sen, vatandaşlık bağı ile Türk devletine bağlı olduğun için Türk’sün; kendini Kürt veya Arap ya da Laz hissetmen yasaktır. Yoksa, kafanı kırarım’ mı diyeceğiz?’
Soruya cevap: Soru ruh ve kafa sağlığı yerinde birinin soramayacağı kadar saçma. Kendini Türk hissetmemesi elbette suç değil. Suç olmadığına gündelik hayatımızda ve PKK gösterilerinde tanık olmuyor muyuz? Bu türden kimseler, terörist olacak kadar özgür değiller mi? Barut deposunda yapılan televizyon tartışmaları yeterince özgür değil mi?
Üçüncü şahısların tanıklığına göre, İslami kesimin anayasa hukuku alimlerinden Prof. Dr. Mustafa Erdoğan ‘Türk devleti’ yerine ‘Türkiye Cumhuriyeti’ deyimini öneriyormuş. Böylelikle, 66. madde ‘Etnik kimlik dayatması’ gibi görünmekten kurtulurmuş. İnsanın bir kez geçinmeye gönüllü olmasın, her şeye bir bahane bulur. ‘Etnik kimlik dayatması’ kocaman bir yalan. Bir devletin kuruluşundan 82 yıl sonra, onun kuruluş ilkeleri pazarlık konusu yapılamaz.
KURUMSAL PATLAYICILAR
Mevcut devlet, Anayasa’da yazılı sosyal devlet niteliğini yitirerek vicdansız bir toplumsal aygıta dönüştü ise bunun sorumlusu devlet erkini elinde bulunduranlardır. Kürtlerin ikinci ‘Asli Kurucu’ olarak ilan edilmesi ulusal devleti tedavi edemez. Bunların hiçbiri bir ulusun kimliğini alt ve üst kimliklere bölmenin bahanesi olamaz. Hele farklılıkları kurumsallaştırmak, kemikleştirmek toplumsal birlikteliği dinamitlemekten başka bir işe yaramaz. Bir de bu konuda yapılan cahil tartışmaları siyaset alanına, başbakan ağzına taşımak, farklılıkları anayasal-hukuksal metinlere yerleştirmek onları kurumsal patlayıcılara dönüştürür. Farklılıklar kurumsallaştığı andan itibaren ne ulusal birlik kalır ne de toprak bütünlüğü. Öyle ki, Başbakan, madalya kürsüsünde ağlatacak bir tek ‘Anayasal Türkiye Cumhuriyeti Zencisi’ bile bulamaz!